22 Şubat 2007

Japon Şemsiyesi

Çalı


Uzun yıllar Papirüs adı altında evlerimizin baş köşelerini süsleyen Japon Şemsiyeleri (Cyperus alternifolius) bu kez de bahçe kapısından gelen insanlara ulaştıkları yaklaşık 2,5-3 metre boylarıyla tepeden hoş geldin diyorlar. Birbirimizi seviyoruz. Su delisi olduklarını keşfettiğim için olsa gerek, beni hiç üzmeden kendi kendilerine ha babam uzayıp duruyorlar. Tek istekleri ara sıra makası elime alıp kuruyan sapları kesmem, zaman zaman da diplerindeki gövde kırıntılarını çekip yolmam. Sınır tanımadan göğe yükselme arzuları gene de zaman zaman canımı sıkmıyor değil. Sapların giderek kalınlaşmasına karşın yer çekimine karşı koyamayıp en ufak bir rüzgar kırıntısında şemsiyelerinin ağırlığına yenik düşmeleri işten değil. Hadi gene makası eline al ve yolda yürümeni engelleyen güzelim yaprakları kes...
İçerde ya da dışarda, Japon Şemsiyeleri gerçekten sıfır bakımla (ama bol su, hatta saksı içi hep su dolu bir kaba oturtulursa daha iyi olur, bahçede ise akan suların toplandığı bir yer olmalı) ortama güzellik katan bir bitki. Kaynaklara göre Madagaskar kökenli olmakla birlikte bildiğimiz Nil kıyılarında yetişen Papirüsle yakın akraba. Kızgın güneşten ziyade bol ışığı tercih ediyorlar. Çoğaltma işlemi de basit. Bir sap kesip şemsiye kısmını (yani bitkiyi baş aşağı çeviriyorsun) su dolu bir kapta köklenene kadar bekletiyorsun.
İlk kez bu yaz düşen tohumlardan yetişmelerine tanık oldum. Dikatsiz bir gözün ot diye yolacağı minik şemsiyeler...

06 Şubat 2007

Sukkulentler






Kaktüslerden babam adına hoşlanmışsam, kauçukları annem adına bahçeye dikmişsem sukkulentlerin de nedeni büyük kızım olmalı. Bir gün bana birtakım etli yapraklar getirip avucuma koydu. O gün bugündür sukkulent şaşkınlıkla izlediğim bir mucize olarak bahçede yaşam sürüyor. Hoş tarafları mütevazı olmaları, yayılmaktan çekinmemeleri, hızlı büyümeleri. Hele bazıları çiçek de açmıyor mu... Kaktüslerin bir günde solan çiçeklerine karşın sukkulentler uzun bir tomurcuklanma, ardından çok uzun bir zaman çiçekte durma sürecinden geçiyorlar. İki ay solmadan, aynı tazelikte kalan çiçeklere rasgeldim.
Sukkulentler sık sık göç etmeyi seven ya da başka nedenlerle kök salma güçlüğü çeken insanlar için biçilmiş kaftan. Her bir yaprakta bitkinin tüm bilgileri saklı. Yani taşınırken yanınızda koca koca saksılar taşınması gerekmiyor. Her bir sukkulentten bir yaprak her cebe sığar. Ayrıca özel bir saklama yöntemi de gerekmediği gibi cepte ne kadar kurursa o kadar da iyi. Sonra o yaprak herhangi bir toprağa sokuluyor. Göz açıp kapayana kadar gene bir saksı dolusu o çiçekten elde etmek iş değil. Hızlı büyümek ve her yani kendi türleriyle bezemek sukkulentlerin en sevdiği iş.
Sukulkentlerin bitki alemindeki ilginçliklerinden biri her aileye ajan sokmuş olmaları. Aşağıdaki liste saf sukkulent ailelerini gösteriyor.


Sukkulentlerin soğuğa gelmedikleri, mutlaka kışın içerde tutulmaları gerektiği iddiası bizim bölge için pek geçerli değil. Kışları aynı bitkilerin bir kısmını içerde diğer kısmını dışarda tutuyorum. Her iki grup da aynı şekilde gelişiyor. Tek fark içerdekilere ara sıra su vermem. Dışardakilere ise asla. Dışardakiler de iki ayrı yerde muhafaza ediliyor. Kimileri yağmurlara açık, kimileri ise bir damla su görmeden, yalnızca havanın nemiyle varolmaya mahkum. İstisnasız hepsi aynı sağlık ve sıhhatte. İşin tek püf noktası ara sıra (yani yılda bir iki kere) üstlerine kireç dökmek ya da kireçli su ile sulamak. Çöl kökenli olduklarından kireç severlermiş.

03 Şubat 2007

Günlük

Ağaç



Günlük ağacı bölgemizin endemik bitkilerinden. Çınar ağacı gibi yaprakları var ama çok daha küçük, daha çentikli ve yeşili de daha canlı. Bir özelliği de süratle büyümesi. Bu özelliği ile bonsai amatörleri için de çok elverişli. Büyümeyi o kadar seviyor ki kesme hatalarını kısa zamanda düzeltmek mümkün oluyor. Tabii bu benim bir tanesini öldürmeme engel olmadı. Çünkü aynı zamanda suyu da seviyor. Ormanda kim su veriyormuş diye düşünme saçmalığına hemen kuruyarak cevap veriyormuş demek ki.

GÜNLÜK _ Liquidambar orientalis
Diğer Adları: Akamber, Günnük, Sığla, Sığıla
Aile: Altingiaceae
Takımı: Saxifragales



Acıfındıkgiller familyasındandır. Yeryüzünün Üçüncü (Tersiyer) döneminden, yani yaklaşık 65 milyon yıl öncesinden günümüze kalan Anadolu Günlük ağacı (Liquidambar orientalis) dünyada yalnızca ülkemizde, Muğla ilimizin Marmaris, Milas, Köyceğiz ve Fethiye ilçelerinde yabani olarak yetişmektedir. Aynı cinsten Amerikan Günlük ağacı (L. styracifluea) ile Formoza Günlük ağacı (L. formosana) ülkemizde yetişmez. Anadolu Günlük ağacı 20 m'ye kadar boylanabilen, kışın yapraklarını dökmeyen, çınara benzeyen kalın dallı ve geniş tepeli bir bitki olup ya tek cins ya da diğer ağaçlarla birlikte ormanlar oluşturarak gelişir. Çınarınkine benzeyen ama daha küçük ve daha açık renkli olan yapraklan ince uzun saplı, 3-7 loplu ve bu lopların kenarları keskin dişlidir. Yaz mevsiminde açan çiçekleri yeşilimsi renktedir. Aynı ağaç üzerinde erkek ve dişi eşeyli çiçekleri ayrı gruplar halinde bulunur. Kapsül biçimindeki meyvelerinin içinde 1-2 tane küçük tohumu yer alır. Nemli ve humuslu toprakları seven günlük ağacı, döktüğü tohumlarla çoğalır.
Günlük ağacının odunlaşmış gövdesi üzerinde balsam kanalları vardır. Her ağaçtan iki ya da üç yılda bir, yaz mevsiminde uzunlamasına yarıklar açılarak ağacın güzel kokulu yağı (balsam) ve kabukları alınır. Bu balsam stirol adlı uçucu yağ, vanilin, rejine, sinnanik asit, stirasin ve storesin adlı maddeleri içerir. Parfümeri endüstrisinde iyi bir koku tespit edicidir (fîksatif). Günlük ya da sığla yağı denilen bu balsam, Türkiye'nin tarımda önemli bir dışsatım ürünüdür. Ayrıca tütüne güzel koku vermek üzere kullanılır. Ağacın balsamı alınmış kabukları buhur adıyla dini törenlerde tütsü olarak yakılır.
Piyasada satılan sarımsı gri renkli, bal gibi koyu kıvamlı, güzel kokulu ve acımsı tatlı günlük ya da sığla yağının tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle özetlenebilir:


  • İyi bir antiseptiktir. Yaraların temizlenmesinde ve iyileştirilmesinde dıştan uygulanır.
  • Ciltte ve saçlı deride de antiseptik ve temizleyici olarak dıştan uygulanır.
  • Uyuz ve mantar gibi deri hastalıklarında günlük merhemi ya da yakısı şeklinde uygulanarak asalak öldürücü ve iyileştirici etkilerinden yararlanılır.
  • Mide ve onikiparmakbağırsağı ülserlerinde yara iyileştirici niteliğinden yararlanılır. Bunun için günlük yağı sulandırılıp içine bal ya da şeker katılarak tatlandırılıp içilir.
  • Ayrıca günlük yağı balgam söktürücü, nefes darlığını giderici ve bedeni rahatlatıcı etkiler taşır. Bunun için bir önceki maddedeki gibi tatlandırılıp sulandırılarak içilir.

Sinameki

Çalı
Sinameki adı hiç iyi şeyler çağrıştırmasa da bence bahçenin en gözalıcı yerine dikilmesi gereken bir çalı. Ben biraz gözden uzak bir yere diktim ve bundan dolayı çok pişmanım. Hiçbir özel isteği yok. Ne su, ne özel bir toprak ne de gübre. Yazın her şey solup kışa hazırlanmaya başladığında sapsarı çiçeklerini açıyor ve neredeyse Aralık ayına kadar çiçeklerini fasulye biçimindeki tohumlarına dönüştürmüyor. Yaprak da pek dökmüyor, ta Şubat sonuna kadar.

Sinamekinin isimleri konusunda aklım biraz karıştı. Senna obtusifolia (syn. Cassia obtusifolia L., Cassia tora, Emelista tora, ) ayrıca Cassia angustifolia... Hepsinin aynı bitki olduğu söyleniyor. Laksatif etkisi var. Baklagillerden (Fabaceae) olması nedeniyle de bahçede mutlaka bulundurulmalı. Çünkü komşu bitkileri, köklerinde ürettiği azotla besliyor. Bir tür yeşil gübre. Her mevsim kesip yeni bir sinameki ekemeyeceğimize göre uzun vadeli bir yatırım olarak ele alınması gerekiyor..

Kullanılan Kısmı: Arap tıp alimleri tarafından Avrupa'ya tanıtılan bu güçlü laksatifin tıp tarihindeki yeri 9. yüzyıla kadar uzanır. Özellikle Sudan ve Mısır'da Nil nehri kıyılarının yerli bitkisi olan c. senna Avrupa'lı bilimadamları öğrenmeden yüzyıllar önce buralarda kullanılırdı.
Tıbbi olarak kullanılan kısmı yapraklarıdır. Yaprakları bitkinin % 1,5-3' ünü oluşturan dianthrone glikozidlerini (daha çok anthraquinone bileşiklerini) içerir.
Özellikleri: ABD'de çok yaygın olarak kullanılan senna, FDA'nin (Food and Drug Administration) onayladığı birkaç bitkisel ilaçtan birisidir. Bilinen birçok laksatif (müshil) ilacın içeriğini oluşturur.

Kullanım Alanları:
* Senna kuvvetli müshil olarak kullanılır. İçerdiği anthraquinone barsakları uyararak 10 saat içinde boşalmalarını sağlar. Bitki kalın barsaklarda sıvı ve mineral salgılanmasını arttırıcı etki yapar ve bunların geri emilimini engeller.
* Bazı tıbbi girişimlerden önce barsakların boşaltılmasına yardımcı olarak kullanılabilir.
* Barsak parazitlerinin düşürülmesinde yardımcıdır.

Kullanım Şekli:
Hazır tablet veya drajeleri vardır.

Yan Etkiler ve Etkileşimleri:
* 8 veya tıbbi denetim altında en fazla 10 gün kullanılabilir.
* Uzun süre kullanımının bağımlilik yapabileceği düşünülmektedir.
* Hamile kadınlar tarafından doktor önerisi olmadıkça kullanılmamalıdır.

* 6 yaşın altındaki çocuklarda kullanılmamalıdır.
* Barsak tıkanması olanlar, henüz tanısı konmamış mide ağrısı olanlar, apandisit belirtileri olanlar kullanmamalıdır.
* İshali olanlar, kalın barsak iltihabı olanlar,barsak ülserleri olanlar kullanmamalıdırlar.

Yan Etkiler:
* Mide bulantısı ve şiddetli ishal
* İdrarda kırmızı renk değişikliği (zararsızdır)
* Uzun süre kullanımında birçok istenmeyen etki
* Mide-barsak geçiş zamanını azalttığı için aynı gün alınan ilaçların emilimini azalta
bilir.

02 Şubat 2007

Organik Zehirler

Tüm canlılar gibi böcekler de kendilerine besin arar ve bol besin bulabilecekleri yerleri seçerler. En bol besin bulabilecekleri yerlerse bizim tarım alanlarımız. Genellikle tek tip bitkilerin dikildiği bu alanlar böcekler için oldukça çekici. Bu nedenle tarlalarda rastladığınız ve ürünlerimiz üzerinde hastalık yapan böceklere doğal alanlarda, ormanlarda kırlarda pek fazla rastlamıyoruz. Yaşam döngüleri çok kısa olan bu zararlı böcekler, tarım alanlarına ulaştıklarında kendilerine uygun besin maddelerinin fazlalığı nedeniyle hızla çoğalırlar. İnsanlar, tarıma geçişten kısa bir süre sonra bu tür böceklerle tanışmış ve ürünlerini onlardan korumak için çeşitli yöntemler geliştirmişler.
İnsektisit - pestisit gibi çeşitli adlar verilen günümüz kimyasal böcek öldürücüleri yaklaşık olarak 150 yıl kadar önce kullanılmaya başlamış. Kimya biliminin gelişmesi ve çeşitli bileşiklerin sentezlenmesi sırasında bilim insanları bazı bileşimlerin canlılar üzerinde oldukça zehirli olduğunu bulmuşlar ve daha sonra bu zehirli bileşikleri evlerde ve tarım alanlarında kullanmaya başlamışlar. İlk yıllarda büyük başarılara imza atan bu zehirli bileşikler kısa sürede daha geniş çaplı kullanılır olmuş. Böcek öldürücü olarak kullanılan en ünlü kimyasal, DDT olarak bildiğimiz diklor-di- fenil-trikloroetilen (C14H9Cl5). Bu bileşik tarım alanlarında kullanılmış olan en güçlü zehir. 1940'h yıllarda İsviçreli kimyacı Paul Hermann Müiler tarafından bulunan DDT, 2. Dünya Savaşı sırasında sineklerin neden olduğu sıtma, tifüs gibi hastalıklarla mücadelede sinek ilacı olarak kullanılmış. 1948 yılında Müller'e Nobel Ödülünü kazandıran bu zehirin 1960'lı yıllarda balıklarda ve diğer canlıların vücudunda biriktiği tespit edilmiş. Kısa bir süre sonra diğer hayvanlar ve insanlar üzerinde de zehir etkisi gösterdiği anlaşılan DDT'nin kullanımı, 1970'li yıllarda Amerika ve Avrupa'nın birçok ülkesinde yasaklanmış.
Bu yıllardan sonra, özellikle suda çözünebilen kimyasal zehirler hakkında yapılan araştırmalar, pestisit ve insektistlerin suya karışarak önce yeraltı sularına sızdığını ve buradan da denizlere ulaşarak deniz canlılarına geçtiğini gösterdi. Bunun dışında, bu zehirlerin toprak canlılarını ve bu canlılarla beslenen diğer kara hayvanlarıyla kuşları da zehirlediği ortaya çıktı.
Tüm bu sonuçlar ışığında, dünya genelinde kimyasal böcek öldürücülerin üretimi yavaşlatılarak atalarımızın kullandığı bitkisel böcek öldürücülere doğru bir dönüş yaşandı. 'Günümüzde böcek öldürücü olarak kullanılan bitki sayısı, dünya genelinde yaklaşık 2000 kadar. Ancak bunların hemen hepsi aynı derecede etkili değil. Bugün organik tarımda kullanılan bitkisel böcek öldürücülerin başındaysa bizim çok yakından tanıdığımız bitkiler geliyor. Tütün, sarımsak, krizantem ve acıbiber bunlardan birkaçı.
Sigaranın hammaddesi olarak tanıdığımız tütün (Nicotîana tobaccum), yeryüzünde bulunan en zehirli bitki ailesinin (Solanaceae) bir üyesi olan patlıcangillerden. Tütün bitkisi içinde bulunan ve nornikotin ve anabasin adı verilen bileşikler, insanlar ve diğer memeliler için orta düzeyde zehirliyken böcekler için öldürücü derecede zehirli. 1690 yılından beri böcek öldürücü olarak kullanılan tütün yapraklarının kullanımı 1950 yılından sonra artış gösteriyor. Tütün yapraklarından elde edilen özüt suyla karıştırılarak tarlalara püskürtülüyor. Tütünden elde edilen bu doğal zehir, böceklerin vücuduna solunum yoluyla gaz halinde girerek sinir sistemlerini felç ediyor ve böceğin ölümüne neden oluyor. Tütünden elde edilen doğal zehir özellikle emici tipte ağzı olan ve yumuşak vücutlu böceklere karşı etkili oluyor.
Papatyagiller (Asteraceae) ailesinden olan krizantem (Chrysanthemum cinerariaefolium), bilinen en eski ve en yaygın kullanım alanına sahip doğal böcek öldürücü konumunda. Çiçeklerinden elde edilen özütünde bulunan krisantemik ve pyretrik asitler, böcekler için öldürücü nitelikte. Bu bileşikler, böceklerin sinir hücrelerinin aşırı uyarılması sonucunda kaslarının kasılması ve felç olmalarına, daha sonra da hızlı bir şekilde ölmelerine neden oluyor. Krizantemden elde edilen ilacının güneşten çabuk etkilenmesi, onun geniş alanlarda kullanılmasına engel oluyor. Ancak susam ekstresiyle karıştırılarak tarlalarda da kullanılabiliyor. Daha çok kapalı alanlarda ve evlerde böcek ilacı olarak kullanılan bu tür, özellikle yaprak bitleri ve yaprak pireleri üzerinde etkili.
Sofralarımızın vazgeçilmez garnitürlerinden olan sarımsak da kuvvetli bir böcek zehiri. Zambakgiller (Liliaceae) ailesinden olan bu bitki, sahip olduğu kükürtlü bileşikler sayesinde zararlı böceklerin bitkilere yaklaşmasını önlüyor. Bu tip bileşiklere böcek kovucu adı veriliyor. Sarmısaktan elde edilen özüt böcekleri öldürmediği için, böcek öldürücülere göre daha sık kullanılması gerekiyor.
Tütün ile aynı aileden olan acıbiber (Capsicum annum) da böcekler için hem kovucu hem de öldürücü olarak kullanılabiliyor. Bibere acılığını veren bileşikler, böcek kovucu özelliğe de sahip. Yani biber özü sıkılan alanlara böcekler yaklaşmıyor. Hardal özüyle karıştırılan acıbiber özleriyse böceklerin ölümüne neden oluyor. Acıbiber bileşikleri böceklerin hücre zarını delerek, öldürücü olan hardal bileşiklerinin sinir hücrelerine girmesine ve onları etkisiz hale getirmesine yarıyor.


Cenk Durmuşkahya, BİLİM ve TEKNİK, Kasım 2006