18 Aralık 2007

Gazanya

yerörtücü

Gazanyalar (Gazania rigens) nedense benimle hiç anlaşamıyor. Nereye eksem, istediğim gibi gelişmiyor. Ya güneşi az geliyor, ya suyu fazla. Baharda şu güzel çiçekleri verdikten sonra hemen dinlenmeye geçiyorlar ya da iyice sararıp bakımsızlık görüntüsüne katkıda bulunuyorlar. Oysa çoğaltılmaları da çok kolay. Tıpkı çilek gibi. Yavrularını kopar kopar ek. Resimlerden birinde de görüleceği gibi düştükleri yerde çoğalıp büyüyorlar.


Aslında haklarında farklı rivayetler mevcut. Bir Alman sayfasında çok bol su istedikleri iddia ediliyor. Türk sayfalarından birinde (galiba Murat Pilevneli'ninkiydi _ www.bahcevan.com)
susuz da yetişebilen bitkilere örnek gösteriliyordu. Ben ona inanmayı tercih ediyorum. Zaten çileklerin kenarlarında yetiştiklerine göre suyu paylaşsınlar.

08 Eylül 2007

Hedera helix

yer örtücü, sarmaşık

Genel olarak sarmaşık diye bildiğimiz Hedera helix'i duvarlardan çok bahçenin nisbeten kuytu köşelerinde yerleri kaplasın diye diktim. İlk yıl büyümemekte inat ettiler. O kadar nazlı davrandılar ki bilmesem narin ve hassas bir bitki olduklarını düşünebilirdim. İlk yılın sonunda yılmaz savaşçı yanlarını gösterdiler, artık büyüyüp duruyorlar. Ama yerlerde sürünmektense ilk buldukları fırsatta duvarlara ya da ağaçlara sıçramalarından esas eğilimlerinin yükselmek olduğunu kavramış bulunmaktayım. Güneşi de hiç ama hiç sevmiyorlar. Kuytu yerlerin aslanları... Kuytu ve nemli...

Yöresel adları: Duvar sarmaşığı.
Bitki özellikleri: Yapraklarını dökmeyen, tırmanıcı bir bitkidir. Ev ve bahçe duvarlarına, ormanlık alanlarda ağaçlara tırmanır. Gövde yaprakları saplı, 3-5 loplu, üst yüzeyi koyu, alt yüzeyi açık yeşil renkli, sert ve derimsidir. Çiçekler küçük ve küre biçimindedir. Meyve bezelye iriliğinde, etli, morumsu-siyah renklidir.
Bileşim: Hederasaponin C, glykoside, organik asitler ve çeşitli mineraller. En önemli maddesi ise bol miktarda iyot.
Toplama ve hazırlama: Bitkinin meyveleri sağlığa zararlıdır! Yapraklar ise kesinlikle zararlı değildir. Yapraklar yıl boyunca toplanabilir, ama sonbaharda çiçeklenmeden önceki en etkili oldukları dönemde toplanmaları doğru olur. Gölgede kurutulur ve ince kıyılır.
Kullanım alanları ve biçimleri: Çok eski çağlarda bile şifalı bitki olarak kullanılmış olmasına karşın modern tıp tarafından pek benimsenmemiştir. Ama son zamanlarda, öksürük, astım ve boğmacaya karşı kullanılan bazı ilaçlarda etkin madde katkısı olarak kullanılmaya başlanmıştır (örneğin Prospan). Bitki, çay içimi olarak üst solunum yolları nezlesi ve iltihaplı kronik bronşite karşı kullanılabilir. Ayrıca safrakesesi, romatizma ve gut hastalıklarına karşı da denenmelidir.

Bitki çayı: 1-2 çay kaşığı dolusu ince kıyılmış yaprak, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 8-10 dakika demlendikten sonra süzülür. Biraz bal ile tatlandırılmalıdır. Günde 1-2 bardak içilir.
Batı Avrupa ülkelerinde bitkiden daha çok tentür biçiminde yararlanılır. İçerdiği bolca iyot nedeniyle öncelikle hipertiroidizmden kaynaklanan guatr hastalığına karşı kullanılır. Ama bu kullanımda tentürün yüksek düzeyde inceltilmesi gerekir (D12-D30 arası). Bu tür dozajların uzman doktorlarca saptanması ve eczacılar tarafından hazırlanması doğru olur.
Ayrıca dıştan, selülite karşı, banyo katkısı, kompres ve lapa biçiminde başarıyla kullanılabilir.
Yan etkiler: Önerilen biçimde ve dozajlarda kullanıldığında hiçbir yan etkisi yoktur. Meyvelerinin sağlığa zararlı olduğu unutulmamalıdır!
Kaynak: Tanrı'nın Eczanesinden Sağlık - Niyazi Eröztürk

25 Ağustos 2007

Leylak

Çalı


Leylağın (Syringa) zeytingiller (Oleaceae) ailesinden olduğunu duyduğumda şaşırmadım desem yalan olur. Leylak, zeytin ve de yasemin... Leylakla ikinci şaşkınlığımı beyaz renkte çiçek açan türleriyle karşılaştığımda yaşadım.

Baharın müjdecisi olması, bahçenin bir köşesini mis gibi kokutması, soğuklardan hiç etkilenmemesi, her toprakta yetişmesi gibi özellikleri iyi de benim gibi elinde makas hababam budamak gibi bir hastalığı olanlara karşı hiç de hoşgörülü değil. Budanmaktan hiç hoşlanmıyor. En az iki yıl hiç çiçek açmayarak bu huyunuzdan kolayca vazgeçmenizi sağlıyor. İlle de biraz düzelteceğim diyenler bunu, çiçekler geçer geçmez yapmalı, sonra da hiç elini sürmemeli.
Hoş özellikleri arasında kolayca çoğaltılabilmeleri de var. Taze sürgünler tercih edilmeli.

27 Haziran 2007

Mine Çalısı - Lantana camara

Çalı

Ailemizin en sevdiği çiçekler sıralamasında en başlarda gezen mine çalısı (Lantana camara) her açıdan ilginç bir çalı. Her şeyden önce renkleri... Sarı-kırmızı, pembe_sarı, düz sarı, düz beyaz... Bir kere açmaya başladılar mı neredeyse ilk soğuklara kadar hiç durmuyorlar. Bu arada renkler örneğin sarı ağırlıklı başlayıp kırmızı ağırlığa dönüşüyor (yanar döner adını buradan almış olmalı). Dallarda aynı anda hem çiçek hem meyve olabiliyor.
Çift renkliler genelde yüksek çalılar oluştururken tek renkliler daha ziyade yer örtücü ya da daha küçük çalılar olarak boy gösteriyorlar.
Özellikle yüksek çalı olabilenler aynı zamanda çok muntazam çitler oluşturabiliyor çünkü budamaya bu kadar neşeyle yaklaşan başka tek bitki herhalde ligustrumdur.
Mine çalılarının dayanamadıkları tek şey susuzluk. Hemen yapraklarını sarkıtarak protestoda bulunuyorlar. Güneşten de hiç şikayetçi olmuyorlar.
Çoğaltmak için de tek yapılması gereken, budama artıklarını toprağa batırmak.
Bütün bu özellikler, bakım kolaylığı, her türlü toprağa gösterdikleri uyum, her türlü kesime tahammül, mine çalılarını bonsai severler için de vazgeçilmez bir bitki haline getiriyor. Kışları çok soğuğa yapraklarını tümüyle dökerek tepkilerini gösterdikler gibi evin içinde fazla sıcak ya da fazla güneş görmeyen bir yere alındıklarında da aynı tepkiyi gösterdiklerinden ben onları bir güney duvarının fazla rüzgar da almayan bir köşesinde dışarda bırakmayı yeğliyorum. Tek dikkat ettiğim şey, fazla suya boğmamak, gene de susuz kalmamalarına dikkat etmek. Don olacağını bildiğim geceler susuz bırakmaya özellikle dikkat ediyorum. Yazlara gelince. Saksıdaki mine çalıları suya bir türlü doymadıkları için onları, özellikle çok sıcak aylarda, günün sadece birkaç saatini tam güneş altında geçirecekleri yarı gölge yerlere yerleştiriyorum. Ayak altında da olmaları gerek çünkü sık sık tepe uçlarını koparmak gibi sevdiğim bir işlemi ancak öyle yerine getirebiliyorum.
Mine çalısının bir diğer özelliği de yaydığı koku. Pek çok insanın yanı sıra böcekler de bu kokudan rahatsız olduğu için kopardığım yapraklardan böcek ilacı yapıyorum. Birkaç gün suda beklettikten sonra 'zararlı' böceklerin musallat olduğu bitkilere sıkıyorum, böceklerin çoğu göç ediyor.
Bitkinin diğer bir özelliği de mensup olduğu sülale. Bildiğimiz verbeneler dışında zeytinden yasemine, ada mercanından kekik naneye, acem borusundan limon nanesine kimler yok ki...

01 Haziran 2007

Ayva

Ağaç

Ayva çiçek açmış, yaz mı gelecek...
Gülgiller ailesinden olup da ayva kadar güzel çiçek açan var mıdır? Yolda ne zaman görsem, durup hayran hayran seyrederdim. Neyse ki bu sene bizim bahçedeki ayva biraz büyüdü de komşuların ayvalarına daha az bakar oldum. Bu yıl ayvamız çiçeklenmekle kalmadı, meyveye de durdu. Meyvelerin dallarda duruş şekli diğer ağaçlardakinden farklı. Dal ucunda beliren küçük bir top giderek şişiyor. Sanki bir borunun ucundan üflenerek şekillenen camdan bir şişe gibi.
Gülgillerden olup da en az gül kadar güzel çiçekler açar da güller gibi nazenin olmazsa olur mu? Meyve ağaçlarıyla bu yüzden aram bozuk zaten. Elma da armut da, erik de kaysı ve şeftali de... Hepsi gülgillerden, dolayısıyla bahar geçip de yapraklar çıkmaya başladıktan bir süre sonra, hele bir yaz yağmurunun ardından ya da hava sıcak ve aşırı rutubetliyse yapraklar hastalanıveriyor. Yeşil yapraklar kızarıyor, ortalık yangın yerine dönüyor, sanki sonbahar gelmiş gibi... Zehir atmama konusunda kararlı olduğumdan elimdeki tek ilacı kullanıyorum. Bordo bulamacı. Bir de arap sabunlu ispirto. Ağaçlar büyük ben küçük olduğumdan 'zararlılar' bana direniyor. Çünkü diğer bitkileri ilaçladığım rahatlıkta ağaçlara yetişemiyorum. Buna rağmen yetişen meyvelerde ise kurtççuklar bana selam duruyor. Çaresiz bu konuda da kalan sağlar bizimdir diyorum.
Ayva (Cydonia oblonga) Anadolu kökenli, buradan Avrupa'ya, dolayısıyla Amerika'ya yayılmış. Her türlü toprakta rahatça yetişebiliyor, dona dayanıklı. Sarı meyveleri Eylülden itibaren toplanıyor. Yaprakları boya ve kozmetik sanayiinde, tıpta da ilaç yapımında kullanılmaktadır. 'Ayvayı yemek' tabiri kolayca mideye oturma özelliğinden yerleşmiş olsa gerek. Bu yüzden çiğ olarak tüketilmesinden daha çok reçel, jel, marmelat ve meyve suyu olarak değerlendirilir.
Ayva tatlısı ve reçeli tarifleri internetten rahatça bulunabilir. Ben kaynanamdan aldığım tarifle küçük küçük doğrayıp önce bir haşlıyorum. Sonra şekerini atıp en son da limonunu koyuyorum. En önemli püf noktası çekirdekleri de birlikte kaynatmak. O zaman hafif jöleli bir reçel elde ediliyor. Elma ve ayva çekirdeklerinin katılaştırma özelliğinden bu yıl daha çok yararlanmak için bol bol biriktirip kurutacağım. Bakalım o zaman da aynı işi görecek mi?

AYVA, PEK ÇOK HASTALIĞA ŞİFADIR

Ordu Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Turan Karadeniz, ayva yemenin büyük yararları olduğunu belirti.
Meyvesinde pektin, tanen, şeker, organik asit, A ve C vitamini ve mineral tuzlardan bol miktarda bulunduğunu, tohumlarında ise yüzde 14-18 oranında tutkal maddeler, yüzde 16-20 oranında yağ, tanen, renkli maddeler ve yüksek oranda protein, az miktarda amygdalin ve emülsin olduğunu belirten Prof. Dr. Karadeniz, ayvanın kalp, akciğer, boğaz, mide, böbrek, göz, bağırsak, ağız rahatsızlıkları ve adet kanamalarına oldukça faydalı olduğunu dile getirdi.
Prof.Dr. Karadeniz, ayvanın yararlarını şöyle açıklıyor:
"Meyvelerinden hazırlanan şurup ve kompostolar çocuk ishallerine karşı çok etkilidir. Ayva meyveleri kalbe kuvvet verir ve rahatlatır. Kalpteki sıkıntıyı, çarpıntıyı ve ağız kokusunu giderir. Harareti ve ishali keser. Hazımsızlığı giderir, mideyi ve bağırsağı kuvvetlendirir, ince bağırsak iltihabını giderir. Vücudun gelişmesine yardım eder. Ayva damar sertliğine, karaciğer tembelliğine iyi gelir, tansiyonu düşürür, safrayı düzene sokar. Yapraklarının çayı kalp ağrılarına iyi gelmekte, sakinleştirici özelliği bulunmaktadır.
Meyvesinden yapılan reçel, sindirim sistemi rahatsızlıklarında tedavi edici olarak görev üstlenmekte, cinsel arzuyu kuvvetlendirmektedir. Tereyağında pişirilen ayva; nefes yolu hastalıklarına, müzmin öksürüğe, bronşite ve tüberküloz hastalığına iyi gelmektedir. Ayva çiçeği bal ile macun yapılıp yutulursa, baş ağrısını keser. Ayva çiçeği kaynatılıp içilirse, kalp çarpıntısını keser, kalbi kuvvetlendirir, annenin sütünü artırır. Ayva kokusu kalp ve dimağı kuvvetlendirir. Ayva hoşafı yaşlıların ayaklarının tutukluk yapmasını giderir. Ayva varise karşı iyidir, yorgunluğu, bitkinliği giderir."
Ayva hoşafının ağız yaralarına, akciğer veremine iyi geldiğini, gece uyurken ağızdan salya gelmesini önlediğini de belirten Prof.Dr. Karadeniz, şöyle devam ediyor:
"Yaprağı kaynatılıp içilirse ishali keser. Ayva yaprağı kaynatılır, suyu ile gargara yapılır, pişmiş yaprakları ile de lapa yapılıp boğaza konursa boğaz ağrısını ve şişliğini giderir. Burun kanamasını önlemek için buruna ayva suyu çekilmelidir. Ayva suyu aşırı adet kanamasını önler, bağırsak kanamalarını keser, dizanteriye karşı çok faydalıdır. Doğumu kolaylaştırmak için ayva suyu ve ayva çekirdeği kaynatılıp içilmelidir.
Ayva kabuğu veya ayva çekirdeği kaynatılıp içilirse, idrar yolu iltihaplarına iyi gelir. Ayva suyu iştah açar, böbrek ve sidik torbası iltihaplarını iyileştirir. Grip ve nezle olanlar bol bol yemelidirler. Ayva suyu vücudu terletmek için çok etkilidir. Ayva böbrek zafiyetine, mide zafiyetine, karaciğer zafiyetine, mide bulantısına, deniz tutmasına, mide gevşemesi ve mide düşmesine, çok faydalıdır. Pişirilmiş ayva iyi gelir.
Ayva suyu vesveseye ve mide ülserine iyi gelmekte, dimağı kuvvetlendirmektedir. Göz beyazı, göz kapak ve kirpiklerinin iltihaplanmasında ayva yaprağı kaynatılıp soğutulduktan sonra gözler günde birkaç kez yıkanır. Ayva meyvesi üzerindeki tüyler kanayan yere konursa kanamayı durdurur. Beyaz akıntıya karşı ayva yaprağı kaynatılıp aç karnına içilmeli ve haricen yıkanılmalıdır. Ağız içi yaraları ve boğaz iltihapları için kurutulmuş ayvanın suda bekletilmesi ile elde edilen şurup gargara olarak kullanılırsa şifa verir."
Ayva'da Hastalık ve Zararlı
Ayvanın en önemli hastalıklarından biri olan Ateş Yanıklığı yumuşak çekirdekli meyve ağaçlarının en tahripkar hastalığıdır. Kışı durgun halde bulaşık ağaçlardaki kanser yaralarında geçiren hastalık etmeni, vejetasyonun başlamasıyla birlikte faaliyete geçer; yüksek rutubet ve 18-24° C sıcaklıkla birlikte ilk enfeksiyonlarına başlar. Uygun koşullarda hastalığın günlük ilerleme hızı 10-20 cm'yi bulur. Bahçede bulunan hastalıklı bir ağaç kısa bir süre sonra tüm bahçenin hastalanıp kurumasına neden olur. Hastalık, çiçek demetlerinin solması ve kararması ile başlar, genç sürgün ve yapraklar sararıp, yanmış bir görüntü alır. Hastalıklı dallar kışın durgun dönemde, yanık bölgenin 20 cm altından kesilip yakılmalı, makas her kesimden sonra dezenfekte edilmeli ve hastalığın görüldüğü bölgeden damızlık getirilmemelidir. Kışın ağaçlar budandıktan ve gözler kabardıktan sonra olmak üzere iki kere % 2'lik bordo bulamacı ile ve çiçekten sonra % 0,4'lük hazır bakırlı bir ilaçla ilaçlanmalıdır. Eğer hastalık devam ediyorsa, bu ilaçlama 3-4. kez tekrarlanmalıdır.
Ayva ağaçlanndaki en önemli zararlı ise iç kurdudur. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde zarar % 60, hatta % 100' e kadar çıkabilmektedir. İç kurdu yılda 2-3 döl verir. Kışı ağaç kabukları altında veya topraktaki kalıntılar altında olgun larva halinde geçirirler. Mücadelede en önemli husus, her döle ait larva çıkışı süresince ağaçları ilaçlı bulundurarak yumurtadan çıkan larvaları meyve içine girmeden öldürmektir. İlk larva çıkışını belirlemek çok önemlidir. Kesin saptama için tuzak bant yöntemi uygulanır. İlk larva çıkışı görüldüğünde ise birinci ilaçlama yapılır. Diğer döl çıkışları da aynı yöntemle saptandıktan sonra 1-2 ilaçlama daha yapılır.

25 Mayıs 2007

Karides ya da Justicia brandegeeana


İsmi komik. Yalnızca bizim yörede böyle adlandırıldığını zannediyordum oysa İngilizcesi de Shrimp plant. Bu bölgede hemen her evin tenekelerinin baş konuğu. Bakımı çok kolay, hatta bakmak bile gerekmiyor. Kışları soğuklardan pek etkilenmiyor (tabii bu bölgenin soğuklarından), yeter ki sulanmayarak kış uykusuna yatmaya zorlansın. Biraz yaprak döker gibi olsa da baharın ilk aylarında hemen canlanıp çiçeklerini açmaya koyuluyor. Bahçeler için önemi, bu çiçeklerin hep açması. Yazları fazla sulamak ya da aşırı susuz bırakmak yaprak dökümüyle sonuçlansa da toparlamakta gecikmiyor. Fazla güneş altında kaldı mı çiçeklerin etrafını saran kırmızılıklar soluyor. En iyisi en azından öğle sıcağında güneş altında kalmayacağı yarı gölgeli bir yere koymak.
Anavatanı Meksika'da boyu 1 metreyi geçmeyen çalılar halinde yaşarlarmış, ben teneke dışında hiç görmedim. Aslında yapraklarının fazla büyük olmaması bonsai olarak da değerlendirilmelerini mümkün kılıyor (tabii ki deniyorum).

03 Mayıs 2007

Brugmansia _ Patlıcan Çiçeği

ağaççık, çalı

İnternette şöyle bir baktım, Brugmansia için Türkçe bir karşılık yok, ben de bizim yörenin bu bitkiye verdiği adı benimsemeye karar verdim: Patlıcan Çiçeği. Aşağı sarkan çiçeklerinin çana olan benzerliği nedeniyle bitkiye çan çiçeği de deniyor ama bu ismi reddediyorum. Çan çiçeği olarak adlandırılan çok bitki var çünkü. Boru çiçeği adı da acem borusuyla karışır endişesiyle kullanmadığım bir ad.
Bitkiye şöyle bir bakınca patlıcan çiçeği adını nereden aldığını anlamak zor değil. Yaprakları, yaprakların dizilişi tıpkı patlıcanınki gibi. Çiçekler de benziyor, tek fark Brugmansia'nın çiçeklerinin devasa boyutu, bir de renkleri... Patlıcanın çiçekleri uçuk mor ya da eflatun oysa Brugmansia'nın esas olarak beyaz olmakla birlikte sarısı, portakal renklisi vs var. Bu vs de ne demekse...
Bitkinin anavatanı Güney Amerika. Kökleri sağlamsa hafif donlara dayanmakla birlikte esas olarak ılıman iklim seviyor. Fazla güneşten hiç şikayetçi olmamakla birlikte yarı gölgeye de itiraz etmiyor. Suyu da yazları ihmal etmemek gerekir.
Bunun dışında bakımla ilgili bir sorun yok. Buna karşın bizim patlıcan çiçeği tam beş senedir yaşam mücadelesi veriyor. Önce hemen dibinde yapılan inşaat çalışmaları, ardından mutfak katını sel suları altında kalmaktan kurtarmak için hemen üstünden geçirmek zorunda kaldığımız drenaj borusu, ardından yaşanan o korkunç soğuk kış... Ve her seferinde topraktan yeniden yükselmesini bildi. Belki de muzlar kesin korumaya aldıkları için ilk kez bu kış yapraklarını bile dökmeden sapasağlam ayakta kaldı ve gene ilk kez bu Nisan sonunda ilk kez çiçek açtı. Her sabah önce ona selam duruyoruz.
Patlıcan çiçeği adını sevmemin bir nedeni daha var. Patlıcan, domates, biber, tütün, petunya... Hepsiyle akraba. Solanaceae ailesinden.

13 Nisan 2007

Aslanağzı - Antirrhinaceae


Aslanağzı için her ne kadar biryıllık bitki deniyorsa da bahçedekiler üç sene içinde boyumu aşan çalılar halinde ömür sürüyorlar. Aslında ortancalar gibiler ya da güller. Yaz sonu yerden bir karış yüksek ne varsa her şey kesiliyor. Tüm kışı çubuklar topluluğu olarak geçiriyorlar. Sonra birden yapraklanıp çiçekleniyorlar. Önce aslanağızları, sonra güller, en sonra da ortancalar. Tabii ortaklıkları da bu kadar.
Zeytin, yasemin, leylak, verbena, çalı minesi (Lantana camara), melissa (gündüz kokan - Aloysia triphylla _ Lemon verbene), ayrıca kekik, biberiye, nane, fesleğen, lavanta, ada çayı,
sonra ünlü Paulownia, acem borusu gibi günlük hayatımızın vazgeçilmez gıdaları, kokulu ve şifalı otları bünyesinde toplamış Lamiales düzenine bağlı Plantaginaceae ailesine mensup olan
Aslanağzı (Antirrhinaceae) Batı Akdeniz kökenli.

11 Nisan 2007

Syngonium podophyllum


Türkçesini bilmediğim (aslında Latincesi dışında hiçbir dilde ismini bilmiyorum, hatta onun da doğru olup olmadığından emin değilim) bu bitki yıllardır ailemizin baştacı ettiği bitkilerden. En güzeli ve bakımlısı nenenin evinde. Bizimkiler o bitkinin çocukları ama kimse nene gibi çiçeklere bakamaz.
Bir iki noktaya dikkat etmek kaydıyla bakımı çok kolay. Fazla kızgın güneş değil ama bol ışık seviyor. Sulamayı da kışları unutmalı. Tabii benim yaptığımı yapmayıp yazları da susuz bırakılmamalılar. Onları sulamamaya o kadar alıştım ki yazın adeta can çekişiyorlar. Sonradan öğrendiğime göre bunca yıldır kökünü kurutamamda bu ihmal önemli bir rol oynuyor. Çünkü kökleri fazla sudan hemen çürümeye eğilimliymiş. Yazları bile saksı altındaki tabakta biriken sular hemen dökülmeliymiş. Toprağa da iyi bir drenaj sağlamanın yolları aranmalıymış (mesela perlit). Yani su her şeye karşın dikkatle verilmeli, sulamalar arasında toprağın hafifçe kurumasını beklemeli. Bunun dışında dolgun, gür bir saksı bitkisi elde etmek için hemen uzatmaya bayıldığı kolları çekinmeden koparıyorum (ve bu yüzden her yanım bu bitkinin yavrusuyla dolu, koparılan her kol yeni bir saksı demek).
Bitki çiçek de açarmış ama ben daha hiç rastlamadım.
Akrabası gala'lar gibi mi açar acaba?

21 Mart 2007

Oya Ağacı _Lagerstroemia indica

Ağaç

Burada tanıştığım ağaçlardan biri. Çiçeklerinin kırmızısına bayılıp aldım, tesadüfen de doğru yere dikmişim. Hiç susuzluk çekmeyeceği, üstelik bol güneşli bir yer. Bahçe kapısından gelenlere çiçekleriyle yaz boyunca merhaba diyebiliyor.
Söylendiğine göre kireçli toprakları sevmez, konumunu beğenmezse külleme denen hastalığa yakalanabilirmiş. İlkinin çaresi toprağı toz demirle asitlendirmek, ikincisinin ise sonbaharda, çiçekleri solduktan ve yaprakları döküldükten hemen sonra onu ordan söküp bol güneş ve ışık alabileceği bir yere dikmek, o vakte kadar da kükürt yardımıyla hastalığı kontrol altında tutmaya çalışmak.
Mersingiller ailesinden olup Çin_Hindistan kökenli ağacı budama konusunda hayli korkak davranıyorum. Ya yanlış bir şey yapar da çiçek açmasına engel olursam? Ama kesilmeyince de resimde görüldüğü gibi gökyüzüne doğru yol alıp gidiyor. Çok gövdeli bir ağaç olma özelliği taşıdığından ben de her sene bir gövdeyi budamaya karar verdim. İlkbaharda. Yapraklanmadan hemen önce, yani bugünlerde.

04 Mart 2007

Melissa - Cestrum nocturnum

Çalı


Yaz gecelerinin bazen insana ağır gelen, zaman zamansa içini açan kokusu, gece kokan melissalar... (Cestrum nocturnum). Neden bu bölgede bu bitkiye melissa demişler, neden bazı yerlerde gece yasemini adı altında geçiyor, hiçbir fikrim yok. Yaseminle bir akrabalığı yok, melissayla da. Yeşile çalan sarı çiçekleri, küçük beyaz toplar şeklindeki meyveleri ve tabii kokusuyla her zaman dikkatleri üzerinde toplamasını bilen bir bitki olduğu kesin. Ayrıca budama acemileri ve meraklıları için de biçilmiş kaftan. Hiçbir şeye küsmeyecek kadar kendinden emin, hababam büyüyor, yeşeriyor, yeni sürgünler veriyor. Kendisini bir ağaç yapmaya çalıştığımdan işimi hayli zorlaştırdığını söyleyebilirim. Budanan yaprakları dolap altlarına ve içlerine tıkıştırdığımı da eklemeliyim. Yapraklar kuruduktan sonra bile çok güzel bir koku yayıyorlar.
Çoğaltması da çok kolay. Kesilen dalların uçlarını toprağa sokmak yetiyor. Bir senelik sersemliğin ardından, bir kere köklenip yerine yerleşti mi gerisi kolay.
Su ihtiyacını hiç bilmiyorum. Ben hiç sulamıyorum. Çok sıcak bir iki gün hariç. Ama onun yetiştiği bölgede saksılarım da duruyor ve onları hiç susuz bırakmadığıma göre artan sularla besleniyor da olabilir.
Bitkinin her yerinin zehirli olduğu söyleniyor. Bir yerde zehirin içerdiği Vitamin D3'den kaynaklandığı yazıyor. Bitkinin bir gramı yetişkin bir insanın günlük D vitamini ihtiyacının on katını karşılıyormuş, bu da zararlıymış.
Aileye bakılacak olursa bu zehir meselesini anlamak kolay. Patatesten nikotine, boru çiçeğinden petunyaya, domatesten biber ve patlıcana herkes bu ailede: Solanaceae.
Başka bir yoruma gerek var mı?


Bir de Cestrum elegans diye bir tür var. Yaprakları daha kaba, kokusuz. Hızlı büyümeyi seviyor ama budamaya karşı daha hassas. Yandaki bitki olabilir mi?

03 Mart 2007

Zemheri Menekşesi _ Bergenia

yer örtücü


Bu yıl zemheri menekşesi - kış ortancası - kış sümbülü, kısaca Bergenia'ya önem vermeye karar verdim. Bu bölgeye adımımı attığım anda dikkatimi çeken bir bitkiydi. İstanbul evlerinin cam önlerini süsleyen sardunya neyse burada da zemheriler o. Yani saksıların vazgeçilmez süsü. Şubat ayından itibaren kış hüznünü pembe bir bahar müjdecisine çeviren nadir çiçeklerden.
Hemen edindim tabii. Ama saksıda bir türlü istediğim gibi olmadı. Bir yerlerden kulağıma çalındı, yayılıcı olma özelliğiyle ideal bir yer örtücü sayılıyordu. Hemen bahçenin bir köşesine ektim. Fakat aradan bir sene daha geçti, öleyim mi kalayım mı diye düşünüp duruyor. Gerçi bir iki çiçek de açtı ama...
Bu yıl canavar kesildi. Çiçek üstüne çiçek açıyor ama öyle gözden ırak bir yere ekmişim ki! Sanki ondan utanıyormuşum gibi... Ancak benim gözlerim tarafından sevilip okşanabiliyor.
Çiçeği kesinlikle hakettiği ilgiye kavuşturmaya kararlıyım. Pancar, turp, havuç ekerek köklerini biraz kurutur gibi olmama karşın otlarını yola yola bitiremediğim, sürünücü taflan, ayrıca alacalı cezayir menekşesi (Vinca minor) ekerek göze güzel bir hale getirmeye çalıştığım ama bir türlü istediğim neticeyi alamadığım bir bölgeye bu yıl Bergenia çıkartması yapacağım. Her ne kadar yayılıcı bir bitki olduğu söyleniyorsa da 3-5 tane fide bulup o alanı adeta Bergenia ile kaplayacağım. Çok yayılırsa ne ala, başka yerleri de onlarla kaplarım. İş bu çiçeklerin değişik renklerini bulmakta. Yaygın olan pembesinin dışında kırmızısı, mavisi ve beyazı varmış.
Bitki hakkında bilgi vermek gerekirse: Anavatanı, Afganistan'dan Çin'e Asya, esas olarak da Nepal'miş. Saxifragaceae
ailesinden...
Salata ya da ıspanak yaprakları gibi yuvarlak uçlu, 30- 45 cm kadar büyüyebilen, yaz kış yeşil kalan bir bitki olup çiçekleri 2.5 cm büyüklüğünde, birbirine bitişik buket şeklinde. Güneşten gölgeye kadar geniş bir ışık seçeneğinde yetişebiliyor. Yeşil yapraklar kışın uçlarına doğru morlaşır, grileşir. Özellikle bu renkler kırağıdan sonra çok çarpıcı oluyor. Dona, soğuğa dayanabiliyor.
Son senelerde üretilmiş bordo yapraklı (B. cordifolia ‘Purpurea‘) bir türü de varmış.
Su ihtiyacı fazla yok gene de yazları çok sıcak bölgelerde fazla ihmal edilmemeli.
Çoğaltma ilkbaharda ya da sonbaharda, köklerin ayrılmasıyla yapılabiliyor.

22 Şubat 2007

Japon Şemsiyesi

Çalı


Uzun yıllar Papirüs adı altında evlerimizin baş köşelerini süsleyen Japon Şemsiyeleri (Cyperus alternifolius) bu kez de bahçe kapısından gelen insanlara ulaştıkları yaklaşık 2,5-3 metre boylarıyla tepeden hoş geldin diyorlar. Birbirimizi seviyoruz. Su delisi olduklarını keşfettiğim için olsa gerek, beni hiç üzmeden kendi kendilerine ha babam uzayıp duruyorlar. Tek istekleri ara sıra makası elime alıp kuruyan sapları kesmem, zaman zaman da diplerindeki gövde kırıntılarını çekip yolmam. Sınır tanımadan göğe yükselme arzuları gene de zaman zaman canımı sıkmıyor değil. Sapların giderek kalınlaşmasına karşın yer çekimine karşı koyamayıp en ufak bir rüzgar kırıntısında şemsiyelerinin ağırlığına yenik düşmeleri işten değil. Hadi gene makası eline al ve yolda yürümeni engelleyen güzelim yaprakları kes...
İçerde ya da dışarda, Japon Şemsiyeleri gerçekten sıfır bakımla (ama bol su, hatta saksı içi hep su dolu bir kaba oturtulursa daha iyi olur, bahçede ise akan suların toplandığı bir yer olmalı) ortama güzellik katan bir bitki. Kaynaklara göre Madagaskar kökenli olmakla birlikte bildiğimiz Nil kıyılarında yetişen Papirüsle yakın akraba. Kızgın güneşten ziyade bol ışığı tercih ediyorlar. Çoğaltma işlemi de basit. Bir sap kesip şemsiye kısmını (yani bitkiyi baş aşağı çeviriyorsun) su dolu bir kapta köklenene kadar bekletiyorsun.
İlk kez bu yaz düşen tohumlardan yetişmelerine tanık oldum. Dikatsiz bir gözün ot diye yolacağı minik şemsiyeler...

06 Şubat 2007

Sukkulentler






Kaktüslerden babam adına hoşlanmışsam, kauçukları annem adına bahçeye dikmişsem sukkulentlerin de nedeni büyük kızım olmalı. Bir gün bana birtakım etli yapraklar getirip avucuma koydu. O gün bugündür sukkulent şaşkınlıkla izlediğim bir mucize olarak bahçede yaşam sürüyor. Hoş tarafları mütevazı olmaları, yayılmaktan çekinmemeleri, hızlı büyümeleri. Hele bazıları çiçek de açmıyor mu... Kaktüslerin bir günde solan çiçeklerine karşın sukkulentler uzun bir tomurcuklanma, ardından çok uzun bir zaman çiçekte durma sürecinden geçiyorlar. İki ay solmadan, aynı tazelikte kalan çiçeklere rasgeldim.
Sukkulentler sık sık göç etmeyi seven ya da başka nedenlerle kök salma güçlüğü çeken insanlar için biçilmiş kaftan. Her bir yaprakta bitkinin tüm bilgileri saklı. Yani taşınırken yanınızda koca koca saksılar taşınması gerekmiyor. Her bir sukkulentten bir yaprak her cebe sığar. Ayrıca özel bir saklama yöntemi de gerekmediği gibi cepte ne kadar kurursa o kadar da iyi. Sonra o yaprak herhangi bir toprağa sokuluyor. Göz açıp kapayana kadar gene bir saksı dolusu o çiçekten elde etmek iş değil. Hızlı büyümek ve her yani kendi türleriyle bezemek sukkulentlerin en sevdiği iş.
Sukulkentlerin bitki alemindeki ilginçliklerinden biri her aileye ajan sokmuş olmaları. Aşağıdaki liste saf sukkulent ailelerini gösteriyor.


Sukkulentlerin soğuğa gelmedikleri, mutlaka kışın içerde tutulmaları gerektiği iddiası bizim bölge için pek geçerli değil. Kışları aynı bitkilerin bir kısmını içerde diğer kısmını dışarda tutuyorum. Her iki grup da aynı şekilde gelişiyor. Tek fark içerdekilere ara sıra su vermem. Dışardakilere ise asla. Dışardakiler de iki ayrı yerde muhafaza ediliyor. Kimileri yağmurlara açık, kimileri ise bir damla su görmeden, yalnızca havanın nemiyle varolmaya mahkum. İstisnasız hepsi aynı sağlık ve sıhhatte. İşin tek püf noktası ara sıra (yani yılda bir iki kere) üstlerine kireç dökmek ya da kireçli su ile sulamak. Çöl kökenli olduklarından kireç severlermiş.

03 Şubat 2007

Günlük

Ağaç



Günlük ağacı bölgemizin endemik bitkilerinden. Çınar ağacı gibi yaprakları var ama çok daha küçük, daha çentikli ve yeşili de daha canlı. Bir özelliği de süratle büyümesi. Bu özelliği ile bonsai amatörleri için de çok elverişli. Büyümeyi o kadar seviyor ki kesme hatalarını kısa zamanda düzeltmek mümkün oluyor. Tabii bu benim bir tanesini öldürmeme engel olmadı. Çünkü aynı zamanda suyu da seviyor. Ormanda kim su veriyormuş diye düşünme saçmalığına hemen kuruyarak cevap veriyormuş demek ki.

GÜNLÜK _ Liquidambar orientalis
Diğer Adları: Akamber, Günnük, Sığla, Sığıla
Aile: Altingiaceae
Takımı: Saxifragales



Acıfındıkgiller familyasındandır. Yeryüzünün Üçüncü (Tersiyer) döneminden, yani yaklaşık 65 milyon yıl öncesinden günümüze kalan Anadolu Günlük ağacı (Liquidambar orientalis) dünyada yalnızca ülkemizde, Muğla ilimizin Marmaris, Milas, Köyceğiz ve Fethiye ilçelerinde yabani olarak yetişmektedir. Aynı cinsten Amerikan Günlük ağacı (L. styracifluea) ile Formoza Günlük ağacı (L. formosana) ülkemizde yetişmez. Anadolu Günlük ağacı 20 m'ye kadar boylanabilen, kışın yapraklarını dökmeyen, çınara benzeyen kalın dallı ve geniş tepeli bir bitki olup ya tek cins ya da diğer ağaçlarla birlikte ormanlar oluşturarak gelişir. Çınarınkine benzeyen ama daha küçük ve daha açık renkli olan yapraklan ince uzun saplı, 3-7 loplu ve bu lopların kenarları keskin dişlidir. Yaz mevsiminde açan çiçekleri yeşilimsi renktedir. Aynı ağaç üzerinde erkek ve dişi eşeyli çiçekleri ayrı gruplar halinde bulunur. Kapsül biçimindeki meyvelerinin içinde 1-2 tane küçük tohumu yer alır. Nemli ve humuslu toprakları seven günlük ağacı, döktüğü tohumlarla çoğalır.
Günlük ağacının odunlaşmış gövdesi üzerinde balsam kanalları vardır. Her ağaçtan iki ya da üç yılda bir, yaz mevsiminde uzunlamasına yarıklar açılarak ağacın güzel kokulu yağı (balsam) ve kabukları alınır. Bu balsam stirol adlı uçucu yağ, vanilin, rejine, sinnanik asit, stirasin ve storesin adlı maddeleri içerir. Parfümeri endüstrisinde iyi bir koku tespit edicidir (fîksatif). Günlük ya da sığla yağı denilen bu balsam, Türkiye'nin tarımda önemli bir dışsatım ürünüdür. Ayrıca tütüne güzel koku vermek üzere kullanılır. Ağacın balsamı alınmış kabukları buhur adıyla dini törenlerde tütsü olarak yakılır.
Piyasada satılan sarımsı gri renkli, bal gibi koyu kıvamlı, güzel kokulu ve acımsı tatlı günlük ya da sığla yağının tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle özetlenebilir:


  • İyi bir antiseptiktir. Yaraların temizlenmesinde ve iyileştirilmesinde dıştan uygulanır.
  • Ciltte ve saçlı deride de antiseptik ve temizleyici olarak dıştan uygulanır.
  • Uyuz ve mantar gibi deri hastalıklarında günlük merhemi ya da yakısı şeklinde uygulanarak asalak öldürücü ve iyileştirici etkilerinden yararlanılır.
  • Mide ve onikiparmakbağırsağı ülserlerinde yara iyileştirici niteliğinden yararlanılır. Bunun için günlük yağı sulandırılıp içine bal ya da şeker katılarak tatlandırılıp içilir.
  • Ayrıca günlük yağı balgam söktürücü, nefes darlığını giderici ve bedeni rahatlatıcı etkiler taşır. Bunun için bir önceki maddedeki gibi tatlandırılıp sulandırılarak içilir.

Sinameki

Çalı
Sinameki adı hiç iyi şeyler çağrıştırmasa da bence bahçenin en gözalıcı yerine dikilmesi gereken bir çalı. Ben biraz gözden uzak bir yere diktim ve bundan dolayı çok pişmanım. Hiçbir özel isteği yok. Ne su, ne özel bir toprak ne de gübre. Yazın her şey solup kışa hazırlanmaya başladığında sapsarı çiçeklerini açıyor ve neredeyse Aralık ayına kadar çiçeklerini fasulye biçimindeki tohumlarına dönüştürmüyor. Yaprak da pek dökmüyor, ta Şubat sonuna kadar.

Sinamekinin isimleri konusunda aklım biraz karıştı. Senna obtusifolia (syn. Cassia obtusifolia L., Cassia tora, Emelista tora, ) ayrıca Cassia angustifolia... Hepsinin aynı bitki olduğu söyleniyor. Laksatif etkisi var. Baklagillerden (Fabaceae) olması nedeniyle de bahçede mutlaka bulundurulmalı. Çünkü komşu bitkileri, köklerinde ürettiği azotla besliyor. Bir tür yeşil gübre. Her mevsim kesip yeni bir sinameki ekemeyeceğimize göre uzun vadeli bir yatırım olarak ele alınması gerekiyor..

Kullanılan Kısmı: Arap tıp alimleri tarafından Avrupa'ya tanıtılan bu güçlü laksatifin tıp tarihindeki yeri 9. yüzyıla kadar uzanır. Özellikle Sudan ve Mısır'da Nil nehri kıyılarının yerli bitkisi olan c. senna Avrupa'lı bilimadamları öğrenmeden yüzyıllar önce buralarda kullanılırdı.
Tıbbi olarak kullanılan kısmı yapraklarıdır. Yaprakları bitkinin % 1,5-3' ünü oluşturan dianthrone glikozidlerini (daha çok anthraquinone bileşiklerini) içerir.
Özellikleri: ABD'de çok yaygın olarak kullanılan senna, FDA'nin (Food and Drug Administration) onayladığı birkaç bitkisel ilaçtan birisidir. Bilinen birçok laksatif (müshil) ilacın içeriğini oluşturur.

Kullanım Alanları:
* Senna kuvvetli müshil olarak kullanılır. İçerdiği anthraquinone barsakları uyararak 10 saat içinde boşalmalarını sağlar. Bitki kalın barsaklarda sıvı ve mineral salgılanmasını arttırıcı etki yapar ve bunların geri emilimini engeller.
* Bazı tıbbi girişimlerden önce barsakların boşaltılmasına yardımcı olarak kullanılabilir.
* Barsak parazitlerinin düşürülmesinde yardımcıdır.

Kullanım Şekli:
Hazır tablet veya drajeleri vardır.

Yan Etkiler ve Etkileşimleri:
* 8 veya tıbbi denetim altında en fazla 10 gün kullanılabilir.
* Uzun süre kullanımının bağımlilik yapabileceği düşünülmektedir.
* Hamile kadınlar tarafından doktor önerisi olmadıkça kullanılmamalıdır.

* 6 yaşın altındaki çocuklarda kullanılmamalıdır.
* Barsak tıkanması olanlar, henüz tanısı konmamış mide ağrısı olanlar, apandisit belirtileri olanlar kullanmamalıdır.
* İshali olanlar, kalın barsak iltihabı olanlar,barsak ülserleri olanlar kullanmamalıdırlar.

Yan Etkiler:
* Mide bulantısı ve şiddetli ishal
* İdrarda kırmızı renk değişikliği (zararsızdır)
* Uzun süre kullanımında birçok istenmeyen etki
* Mide-barsak geçiş zamanını azalttığı için aynı gün alınan ilaçların emilimini azalta
bilir.

02 Şubat 2007

Organik Zehirler

Tüm canlılar gibi böcekler de kendilerine besin arar ve bol besin bulabilecekleri yerleri seçerler. En bol besin bulabilecekleri yerlerse bizim tarım alanlarımız. Genellikle tek tip bitkilerin dikildiği bu alanlar böcekler için oldukça çekici. Bu nedenle tarlalarda rastladığınız ve ürünlerimiz üzerinde hastalık yapan böceklere doğal alanlarda, ormanlarda kırlarda pek fazla rastlamıyoruz. Yaşam döngüleri çok kısa olan bu zararlı böcekler, tarım alanlarına ulaştıklarında kendilerine uygun besin maddelerinin fazlalığı nedeniyle hızla çoğalırlar. İnsanlar, tarıma geçişten kısa bir süre sonra bu tür böceklerle tanışmış ve ürünlerini onlardan korumak için çeşitli yöntemler geliştirmişler.
İnsektisit - pestisit gibi çeşitli adlar verilen günümüz kimyasal böcek öldürücüleri yaklaşık olarak 150 yıl kadar önce kullanılmaya başlamış. Kimya biliminin gelişmesi ve çeşitli bileşiklerin sentezlenmesi sırasında bilim insanları bazı bileşimlerin canlılar üzerinde oldukça zehirli olduğunu bulmuşlar ve daha sonra bu zehirli bileşikleri evlerde ve tarım alanlarında kullanmaya başlamışlar. İlk yıllarda büyük başarılara imza atan bu zehirli bileşikler kısa sürede daha geniş çaplı kullanılır olmuş. Böcek öldürücü olarak kullanılan en ünlü kimyasal, DDT olarak bildiğimiz diklor-di- fenil-trikloroetilen (C14H9Cl5). Bu bileşik tarım alanlarında kullanılmış olan en güçlü zehir. 1940'h yıllarda İsviçreli kimyacı Paul Hermann Müiler tarafından bulunan DDT, 2. Dünya Savaşı sırasında sineklerin neden olduğu sıtma, tifüs gibi hastalıklarla mücadelede sinek ilacı olarak kullanılmış. 1948 yılında Müller'e Nobel Ödülünü kazandıran bu zehirin 1960'lı yıllarda balıklarda ve diğer canlıların vücudunda biriktiği tespit edilmiş. Kısa bir süre sonra diğer hayvanlar ve insanlar üzerinde de zehir etkisi gösterdiği anlaşılan DDT'nin kullanımı, 1970'li yıllarda Amerika ve Avrupa'nın birçok ülkesinde yasaklanmış.
Bu yıllardan sonra, özellikle suda çözünebilen kimyasal zehirler hakkında yapılan araştırmalar, pestisit ve insektistlerin suya karışarak önce yeraltı sularına sızdığını ve buradan da denizlere ulaşarak deniz canlılarına geçtiğini gösterdi. Bunun dışında, bu zehirlerin toprak canlılarını ve bu canlılarla beslenen diğer kara hayvanlarıyla kuşları da zehirlediği ortaya çıktı.
Tüm bu sonuçlar ışığında, dünya genelinde kimyasal böcek öldürücülerin üretimi yavaşlatılarak atalarımızın kullandığı bitkisel böcek öldürücülere doğru bir dönüş yaşandı. 'Günümüzde böcek öldürücü olarak kullanılan bitki sayısı, dünya genelinde yaklaşık 2000 kadar. Ancak bunların hemen hepsi aynı derecede etkili değil. Bugün organik tarımda kullanılan bitkisel böcek öldürücülerin başındaysa bizim çok yakından tanıdığımız bitkiler geliyor. Tütün, sarımsak, krizantem ve acıbiber bunlardan birkaçı.
Sigaranın hammaddesi olarak tanıdığımız tütün (Nicotîana tobaccum), yeryüzünde bulunan en zehirli bitki ailesinin (Solanaceae) bir üyesi olan patlıcangillerden. Tütün bitkisi içinde bulunan ve nornikotin ve anabasin adı verilen bileşikler, insanlar ve diğer memeliler için orta düzeyde zehirliyken böcekler için öldürücü derecede zehirli. 1690 yılından beri böcek öldürücü olarak kullanılan tütün yapraklarının kullanımı 1950 yılından sonra artış gösteriyor. Tütün yapraklarından elde edilen özüt suyla karıştırılarak tarlalara püskürtülüyor. Tütünden elde edilen bu doğal zehir, böceklerin vücuduna solunum yoluyla gaz halinde girerek sinir sistemlerini felç ediyor ve böceğin ölümüne neden oluyor. Tütünden elde edilen doğal zehir özellikle emici tipte ağzı olan ve yumuşak vücutlu böceklere karşı etkili oluyor.
Papatyagiller (Asteraceae) ailesinden olan krizantem (Chrysanthemum cinerariaefolium), bilinen en eski ve en yaygın kullanım alanına sahip doğal böcek öldürücü konumunda. Çiçeklerinden elde edilen özütünde bulunan krisantemik ve pyretrik asitler, böcekler için öldürücü nitelikte. Bu bileşikler, böceklerin sinir hücrelerinin aşırı uyarılması sonucunda kaslarının kasılması ve felç olmalarına, daha sonra da hızlı bir şekilde ölmelerine neden oluyor. Krizantemden elde edilen ilacının güneşten çabuk etkilenmesi, onun geniş alanlarda kullanılmasına engel oluyor. Ancak susam ekstresiyle karıştırılarak tarlalarda da kullanılabiliyor. Daha çok kapalı alanlarda ve evlerde böcek ilacı olarak kullanılan bu tür, özellikle yaprak bitleri ve yaprak pireleri üzerinde etkili.
Sofralarımızın vazgeçilmez garnitürlerinden olan sarımsak da kuvvetli bir böcek zehiri. Zambakgiller (Liliaceae) ailesinden olan bu bitki, sahip olduğu kükürtlü bileşikler sayesinde zararlı böceklerin bitkilere yaklaşmasını önlüyor. Bu tip bileşiklere böcek kovucu adı veriliyor. Sarmısaktan elde edilen özüt böcekleri öldürmediği için, böcek öldürücülere göre daha sık kullanılması gerekiyor.
Tütün ile aynı aileden olan acıbiber (Capsicum annum) da böcekler için hem kovucu hem de öldürücü olarak kullanılabiliyor. Bibere acılığını veren bileşikler, böcek kovucu özelliğe de sahip. Yani biber özü sıkılan alanlara böcekler yaklaşmıyor. Hardal özüyle karıştırılan acıbiber özleriyse böceklerin ölümüne neden oluyor. Acıbiber bileşikleri böceklerin hücre zarını delerek, öldürücü olan hardal bileşiklerinin sinir hücrelerine girmesine ve onları etkisiz hale getirmesine yarıyor.


Cenk Durmuşkahya, BİLİM ve TEKNİK, Kasım 2006

30 Ocak 2007

Nar

Ağaç


Nar hakkında nedense bir türlü yazamadım. Çiçeklerinin güzelliği mi? Renklerinin kendilerine özgülüğü mü? Yoksa ezelden beri var olması ve bizim ve Hristiyanlık tarihinde yer alması mı? Çekirdeklerini yiyen kuşlar sayesinde geniş bir çevreye yayılmasını bilen nar pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane bilmecesinden de anlaşılacağı gibi aslında hep bereket simgesi olmuştur. Bizim buralarda özellikle yılbaşları hala kapı eşiğinde nar kırılır. Yeni evlilerde kadın nara basar. Hep ayını amaç, bol çocuk ve bol para.

Nar Doğu Akdeniz ve Anadolu kökenli. Araplar sayesinde İspanya'ya, Granada (yani nar) kentine kadar gidip sancağına yerleşiyor.


Bei den Griechen hieß es, die Göttin Aphrodite selbst habe ihn auf Zypern gepflanzt, er war auch Attribut der Hera. Odysseus fand ihn beim König der Phäaken vor. Die Fruchtbarkeit ist mit dem Tod verbunden, wie die Eigenschaft zahlloser Muttergöttinnen als Herrin der Unterwelt oder Kriegsgöttin zeigt. So konnte die Persephone, Tochter der Erdgöttin Demeter, die Unterwelt nur mehr zeitweise verlassen, nachdem sie dort drei (oder sieben, OVID, Metamorphosen V., 533ff.) Kerne des Granatapfels gegessen hatte, ein Hinweis auf die Abläufe von Werden und Vergehen.
Eine andere Geschichte vom Ursprung des Granatapfels aus dem Kreis der orientalischen Gottheiten Dionysos und Kybele ist die von Agdistis, einem zweigeschlechtlichen Wesen.
Dionysos kastrierte Agdistis, als der gerade (weintrunken) schlief. Aus dem Blut wuchs der Granatapfel und dessen Frucht machte die Nana mit dem Attis schwanger.
In Griechenland ist es bei Hochzeiten Sitte, das Brautpaar mit getrockneten Granatäpfeln zu bewerfen. Platzt die Frucht auf und fallen die Samen heraus, so soll dieses auf reichen Kindersegen deuten.
Die Römer lernten den Granatapfel durch die Punier kennen, woher der botanische Gattungsname rührt. Plinius nahm an, diese Pflanze stamme aus Kathargo, und nannte sie Malum punicum, „Punischer Apfel” (Punier = Katharger).
Die Parsen, Anhänger des iranischen Religionsstifters Zarathustra, fertigen aus den Zweigen des Granatapfelbaums heilige Besen. Auch bei Geburt und Tod hat die Frucht ihre Bedeutung. Dem Neugeborenen wird ein Faden gegeben, der sie Zeit ihres Lebens begleitet und bei der Übergabe dessen werden Kerne des Granatapfels geworfen. Beschließt der Parse sein Leben, träufelt man dem Sterbenden Granatapfelsaft in den Mund (GANDHI, 125)
Die iranische Aredivi Sura Anahita, Göttin von Wasser und Fruchtbarkeit, wird mit einer Granatapfelblüte vor ihren Brüsten dargestellt.
Ab dem christlichen Mittelalter wurde der Granatapfel zum Symbol der Maria und als Reichsapfel zum Symbol der Herrschertugend. Albrecht Dürer stellt Kaiser Maximilian I. mit einem angeschnittenem Granatapfel in der linken Hand dar. Hierin ist ein Bezug zur germanischen Vorstellungswelt erkennbar, in der nur ein fruchtbarer König seinem Lande Segen bringt (Königsheil).
Die Bibel berichtet, wie dem alterndem König David die junge Schönheit Abischag zugeführt wird, um dessen Lenden zu erhitzen (1. Könige 1-4.). Der Versuch schlägt fehl und wenig später verliert David den Thron.
Der Granatapfel gilt als Aphrodisiakum und ist daher Bestandteil vieler Liebestränke.
Der Stein Granat verdankt seiner Ähnlichkeit mit der Blüte des Granatapfels seinen Namen.


Nar suyu girmeyen eve doktor girer

Kalbi koruyan, damar tıkanıklığını önleyen nar, kansere karşı da etkili
AYŞEGÜL AYDOĞAN

Florida'da, 6-9 Mart tarihleri arasında yapılan Amerikan Kardiyoloji Koleji toplantısına katılan, Columbia Üniversitesi New York Presbyterian Hastanesi kardiyologlarından Doç. Dr. Özgen Doğan, yapılan son araştırmaların, nar suyunun damar tıkanıklığını önleyici özelliğini ortaya çıkardığını belirtti.
Nar suyunu tablet haline getirme çalışmalarının gündemde olduğunu vurgulayan Doğan, şu bilgileri verdi: "Hayvan deneylerinde, nar suyuyla beslenme sonrasında damar plakları ve tıkanıklıkları yüzde 44 geriledi. İnsanlar üzerinde yapılan bir araştırma ise 2 hafta boyunca günde 50 ml nar suyunun, tansiyonu artıran enzimi yüzde 36 düşürdüğünü gösterdi. Bu sayede tansiyon yüzde 5 düşürüldü."

10 bardak yeşil çay yerine geçiyor

Narda, kansere karşı koruyucu antioksidanlar bulunuyor. Nar suyundaki antioksidan miktarı, kırmızı şarap, yeşil çay, kızılcık ve portakal suyuna göre 3 kat daha fazla.
1 bardak nar suyu, 2 kadeh kırmızı şarap, 10 bardak yeşil çay ve 4 bardak kızılcık suyu ile aynı seviyede antioksidan madde içeriyor. Narda ayrıca C vitamini, demir ve potasyum var.

NAR

Nargiller familyasından; Akdeniz bölgesinden Japonya'ya kadar yabani olarak yetişen canlı kırmızı çiçekli, dört köşe dallı, hafifçe dikenli bir ağaççıktır. Yaprak kenarı ve sapı kırmızımtraktır. Çiçekleri parlak kırmızıdır. Meyvesi portakal büyüklüğünde, esmer kırmızı renkli, çok tohumludur. Yenen kısmı, tohumlarının etli ve bol usareli kısmıdır. Ağacın gövde, kök ve dal kabukları; nişasta, mannit, reçineli maddeler, asitler, tanen, punicin ve olkoloidler taşır. Nar kabuğundan yapılan ilaçlar tenya düşürmek için kullanılır.
Nar, şifalı bitkiler literatüründe yer alır. Genellikle besleyici ve tedavi edici ilaç ve panzehir olarak ağız yoluyla çeşitli karışımlarla birlikte yenilir ve içilir, haricen de merhem olarak kullanır. Onun sadece meyvesi değil, çiçeği, çekirdekleri, suyu ve kabukları da çeşitli karışımlar halinde tıbbi olarak kullanılır. Narın vücudu ve kalbi kuvvetlendirme, ishali kesme, şerit düşürme, burun poliplerine faydalı olma gibi yararları bulunmaktadır. Ancak içerdiği bazı kimyevi maddeler yüzünden mide ve bağırsak hastalığı olanların, küçük çocukların ve hamilelerin fazla kullanmamaları tavsiye edilir.
Tatlı nar midede çabuk çözüldüğü için hazmı kolaydır. Ancak zaman zaman midede şişkinlik ve gaz meydana getirdiği için ateşli hastalığı olanlara iyi gelmeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca tatlı nar mideyi kuvvetlendirir, boğaza ve akciğerlere faydalıdır, öksürüğe iyi gelir. Ekşi nar ise mide yanmalarına karşı faydalıdır, diğer narlardan daha fazla idrar söktürür, ishali ve kusmayı keser, karaciğer hararetini söndürür, kabızlığı giderir, kalp ve mide ağzındaki ağrılara iyi gelir.
Suyu zarıyla birlikte çıkarılıp bal ile merhem kıvamına gelinceye kadar pişirilip diş etlerine sürüldüğünde diş eti tahrişine iyi gelir. Dolama / tırnak iltihabı ve cerahatli yaraların tedavisinde nar çekirdeğinin balla birlikte karıştırılarak merhem halinde tatbik edilmesi tavsiye edilir. Nar çiçeği de yaralar için kullanılır. 29 Eylül 2006 / Cuma

*********
Kutsal kitaplarda adı sıkça anılan ve sonbahar mevsiminde sevilerek yenilen nar meyvesini veren Nar ağacı, Nargiller'in örnek bitkisidir. Çeşitli kaynaklarda narın anayurdunun, Anadolu'yu da içermek üzere Batı Asya'nın çeşitli ülkeleri olduğu belirtilmektedir.
Çekirdeklerinin kuşların dışkısıyla taşınmasıyla günümüzde pek çok ülkede, ülkemizde ise başta Ege ve Akdeniz bölgeleri olmak üzere iklimi uygun birçok yörede nar ağacı yetiştirilmektedir. Ekonomik ömrü 30-50 yıl olan ve 4-5 m'ye kadar boylanabilen nar ağacının, 100 yıl kadar yaşayabilen güçlü bir kök sistemi vardır.
Bitkinin ince, eğri ve toprak düzeyinden başlayarak birçok sürgün vererek dallanan gövdesi, âdeta bir çalı görünümünde olur. Üst yüzeyi yeşil ya da koyu yeşil renkli yaprakları ince, uzun ve mızrak biçimli olarak dallarda karşılıklı dizilidir. Nisan-mayıs aylarında açmaya başlayan özel nar kırmızısı ve ender olarak sarı ve beyaz renkli çiçekleri, sürgünlerin uçlarında 1-5 adet olarak bulunur. 50-70 gün kadar çiçekli kalan ve bir süs bitkisi gibi güzel olan nar ağacının meyvesinin gelişme dönemi 120-160 gündür.
Sonbaharda olgunlaşan nar, üstten basık küre biçiminde ve iri portakal büyüklüğünde olup 1-5 mm. kalınlığında sarı, yeşil-sarı ya da kırmızı renkli derimsi yapılı bir kabukla kaplıdır. Bu kabuğun altında, her meyvede ortalama 1.000 adet olan ve yenilen nar taneleri bulunur.
Taneler, kabuğun içe doğru uzantısıyla oluşan odacıklarda yer alır. içlerinde, meyvenin tohumu olan çekirdekleri vardır. Olgunlaşan narlar tatlı, mayhoş ya da ekşi tatta olup tazeyken yenilir ya da sıkılıp suyu çıkarılarak, meyve suyu, şurubu ve şerbeti yapılarak tüketilir.

BESİN DEĞERLERİ

100 gr. taze narın içerdiği önemli besin değerleri şunlardır: 63 kalori; 0,5 gr. protein; 16 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,3 gr. yağ; çekirdekleriyle birlikte yenilirse yüksek oranda lif; 8 mgr. fosfor; 3 mgr. kalsiyum; 0,3 mgr. demir; 3 mgr. sodyum; 259 mgr. potasyum; eser miktarda A vitamini; 0,03 mgr. B1 vitamini; 0,03 mgr. B2 vitamini; 0.3 mgr. B3 vitamini ve 4 mgr. C vitamini.

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

Yukarıdaki değerlerin incelenmesinden görüleceği gibi nar, özellikle potasyum ve karbonhidrat yönünden değerli bir besindir. Bunun yanı sıra narın, sağlığımıza yararlı şu etkileri de vardır:

o Nar meyvesinin kabuklan, doku büzücü etkisiyle peklik vericidir: Bunun için nar kabukları iyice kıyılıp bunlardan 2-3 tatlı kaşığı alınarak üzerine bir bardak kaynar su dökülür. 10-15 dakika kadar demlendirilerek bir infüzyon elde edilir. Bu infüzyondan günde iki kez, sabah ve akşamları birer bardak içilir.

o Yukarıda tanımı verilen infüzyonun aynı dozda içilmesi, bedende tenya düşürücü etki de yapar.

o Nar kabuklan, aynı etkilen nedeniyle şiddetli diyare ve dizanteriye karşı da kullanılır: Bu etkiyi sağlamak için narın taze ya da güneşsiz, havadar bir yerde kurutulmuş kabuklarından 2-3 tatlı kaşığı alınıp bir bardak suyun içinde kaynama noktasına kadar ısıtılır. Daha sonra kısık ateşte ısıtma 10-15 dakika daha sürdürülüp bir dekoksiyon elde edilir. Bu dekoksiyondan günde iki kez, sabah ve akşamları birer bardak içilir.

o Kurutulmuş ve öğütülmüş nar kabukları, yine aynı etkisi nedeniyle yaralara serpilerek kanı kesici olarak kullanılır.

o Olgun nar tanesinin sıkılıp suyunun içilmesi ya da nar taneciklerinin bolca yenilmesi idrar söktürücü, sindirimi kolaylaştırıcı ve tonik (bedeni güçlendirici) etkiler yapar.

AĞACININ ÜRETİLMESİ
Nar ağaçları tohumuyla, obur dallarından alınan çelikleriyle, daldırılmasıyla, dip sürgünleriyle ya da aşılanma yoluyla çoğaltılır. Bizim için en doğrusu, inanılır profesyonel üreticiden türü belli ve sağlıklı fidanları alıp bahçemize dikmek olacaktır.

AĞACININ YETİŞTİRİLMESİ

İklim isteği: Nar ağacı için, uzun süren sıcak ve kurak yaz mevsimi ile ılık ve yağışlı kış mevsimi geçiren bölgeler uygundur. -10 dereceye kadar düşen sıcaklığa dayanabilen nar ağacı, -20 derece sıcaklıkta bütünüyle ölür. Yazın yağan yağmurlar, meyve kalitesinin bozulmasına neden olur, kurak geçen yazlar, iyi ürün alınmasını sağlar. Ancak, nar ağacı, kesenkes bol güneş gören yerleri yeğler.

Toprak isteği: Nar ağacı toprak yönünden seçici değildir. Silisli, çakıllı, kumlu, kireçli, killi ve hatta ağır killi, asitli ya da alkali topraklarda yetişebilen nar ağacı, tuzluluğa da orta derecede dayanıklıdır.

Sulama: Nar ağacı, yıllık ortalama 50 mm'lik yağışı yeterli bulmakla birlikte uzun süren kuraklık dönemlerine de dayanabilir. Ama, böyle durumlarda meyve veriminde ve kalitesinde çok düşme görülür. Genel olarak ağacın odun gözlerinin sürüm dönemi olan şubat-mart aylarından eylül-ekim aylarına kadar, ağacın toprağının nemli tutulmasına önem verilmelidir. Ancak meyvelerin olgunlaşmasından 10-15 gün kadar önce sulama kesilmezse kabuklarında çatlamalar görülür ve ürünün değeri düşer.

Gübreleme: Nar ağaçlarına, ilkbahar ve sonbaharda, bütün kök bölgesini kaplayacak ve toprakla karıştırılacak şekilde çok iyi yanmış çiftlik gübresi verilir. Ağaçların altına bakla ekilmesi ve ürün alındıktan sonra tüm bitkinin, kökleriyle birlikte toprağa gömülmesi de yeşil gübre ve azot desteği olarak ağaca yarar sağlar. Ayrıca nar ağaçlarının altına fosfor ve azotça zengin kompoze fenni gübreler de serpilir.

Budama: Tüm meyve ağaçlarına olduğu gibi nar ağaçlarına da şekil, ürün ve gençleştirme budaması olarak üç tür budama uygulanır. Bu işlerin, ağacı iyi tanıyan kişiler tarafından yapılmasında yarar vardır.

Hasat (Derim): Nar meyveleri, çeşidine özgü iriliğe ulaştığı, kabuğun zemin rengi yeşilden sarıya döndüğü ya da kırmızı narlar tam kırmızı rengini aldığı zaman ve meyve üzerindeki erkek organ ipçikleri kuruduğu dönemden başlayarak hasat edilir.
Hasat işlemi keskin bir bıçakla, meyvenin kabuğu çizilmeden ve örselenmeden, özellikle meyve yere düşürülmeden yapılır. Ağaçtaki meyvenin olgunlaşması farklı zamanda gerçekleşebileceğinden, hasat işlemi 2-3 seferde bitirilir. Olgunlaşmış narların kabuğu, ilk yağıştan sonra çatlar ve meyve pazarlama değerini yitirir. Bu nedenle yağışlardan önce hasat yapılıp bitirilmelidir. Meyveler makasla, üzerlerinde 1-2 mm. uzunlukta sapı bırakılacak şekilde kesilmeli, hasat yapılırken sapla birlikte kesinlikle meyvenin kabuğu sıyrılıp kabartılmamalıdır.

Hastalık ve zararlılarıyla mücadele: Nar ağaçlarına dadanan hastalık ve zararlılarla, tarımsal kurumlara başvurularak edinilen bilgi ve ilaçlarla düzenli ve eksiksiz mücadele yapılmalıdır. Hele ürün toplama zamanı tatlı narlara dadanan sıçanla mücadele hiç aksatılmamalıdır.
http://www.bilgilik.com/makale/saglik/besinler_ve_ozellikleri/nar_odev.html

20 Ocak 2007

Kadife Çiçeği _ Tagetes


Kadife çiçeği benim hastalıklarımdan biri. Mart sonu geldi mi fidelerini almaya başlarım, taa Mayıs sonuna kadar durmadan alır, her yere ekerim. Çiçekleri yaz geçip soğuklar başlayana kadar durmadan açar. Bahçeye sarı, turuncu, sarı-kırmızı renkleriyle ayrı bir neşe katmaları bir yana en doğal bitki ilacı olmaları da onları bahçenin vazgeçilmez unsurlarından biri kılıyor.
Kadife çiçekleri ne demek olduklarını bilmemekle beraber okuduklarıma göre oldukça önemli sayılan Nematod zararlısını yok ediyor, fareleri bulundukları yere yaklaştırmıyor, lahana kurtlarının gelişimini engelliyor, ayrıca virüslere ve beyaz sineklere karşı da oldukça etkili. Nematudlar kadife çiçeklerine nüfüz etti mi bu çiçek bitkisel enzimler ve hormonlar aracılığıyla ölümcül bir oksijen biçimi geliştiriyor. Bu, özellikle bazı kurtçukların da sonunu hazırlıyor.
Fasulye, salatalık, patates, lahana, havuç, nergis, maydanoz, pırasa ve domates sıraları arasına mutlaka kadife çiçeği sıraları yapılmalı. Güllerin yanına ekilen kadife çiçekleri güllerin daha iyi gelişmesini sağlıyor. Hastalıklı elma ağaçları ise altlarına ekilen kadife ç içekleri sayesinde yeniden sağlıklarına kavuşuyorlar. Bir tek biber fidelerine iyi gelmedikleri söyleniyor.
Yani benim kadife çiçeği hastalığım nedensiz değil. Yalnız benim düştüğüm hataya düşmeyip sebzeler arasına yalnızca fazla uzamayan fidelerden ekmek gerekiyor. Kadife çiçekleri öyle gelişiyor ki kendilerinden başka her türlü bitkiyi kolaylıkla gölgeleyebiliyor.
Sümüklü böcekler, salyangozlar kadife çiçeğini yemeğe bayıldıklarından, yemememeleri gereken bitkiye, örneğin çileklere ulaşmalarını engelleyecek harika bir bariyer de oluşturabiliyorlar.
Bazı kuşlar da kadife çiçeklerinin çiçeklerini yemeye bayılıyor. Bir kuşun 1-2 saat içinde 3m genişliğindeki bir sıranın çiçeklerinin hepsini yerlere saça döke yediğine bizzat tanık oldum.
Asteraceae ailesinden olan kadife çiçeklerinin anavatanı Meksika. Bir yerde bayraklarında yer alan çiçek olduğunu da okumuştum ama o yazıyı bir daha bulamıyorum, yani aklımda doğru mu kalmış, bilmiyorum. Ama Azteklerden bu yana kutsal sayılıyor. Kötü ruhlardan korunmak, onları kovalamak için birebir.
Çiçek bilimsel adını bir arıktan doğan Etrüsk yarı tanrısı Tages'den almış. Bitkinin tarla ürünleri için önem ini daha iyi ne kanıtlayabilir?

Tagetes patula, Wildform


.


14 Ocak 2007

Günebakan

Bahçe çiçeği
Her yıl hiç bıkmadan bahçenin çeşitli yerlerine ayçiçeği çekirdekleri eker, heyecanla onların büyümelerini beklerim. Bir de dik durabilseler... Kalın gövdelerine rağmen kafalarının büyüklüğü yerçekiminin gücüne karşı koyamaz, tüm gövde neredeyse toprağa paralel hale gelir. İplerle bağlamak da pek fayda sağlamaz. Gene de kuşlar ve arılar her ayçiçeğini sevgiyle yer bitirir. Benim derdim ekmek çünkü, yemek değil.


Ayçiçeği, Sonnenblume, Helianthus annus
Gündöndü
Günebakan
Şemşamer

Familyası: Bileşikgillerden, Korbblütengewaechse, Asteraceae


Ayçiçeği Halianthusgillerden olup bu gruba 70 bitki dahildir; bir yıllık gündoğdu olduğu gibi çok yıllık olanları da vardır. Eskiden Amarikalı Kızılderililer tarafından çeşitli rahatsızlıklara karşı kullanılmıştır. İspanyollar tarafından 1569 yılında Avrupa'ya getirilen bitki kısa zamanda Doğu Türkistan'a kadar oldukça geniş bir alana yayılmıştır.
Ayçiçeğinin taç yaprakları ateş düşürücü olarak ve gribe karşı kulanılmıştır. Ayçiçek tohumundan elde edilen yağ salata ve yemeklere katılır, ayrıca masaj yağı yapımında kullanılır. Bitkiye günebakan denmesinin sebebi, bitkinin kafasını güneşin yönüne doğru döndürmesidir. Helianthus sözcüğü, helios, yani güneş ve anthos, yani çiçek, yani güneşçiçeği anlamına gelir, annus kelimesi ise bir yıllık anlamına gelir.
Botanik: Bir yıllık bir bitki olan Ayçiçeği 1-3 metre boyunda dikine yükselen bir bitki olup nadiren çatallaşır. Yaprakları alttan üstte doğru yükseldikce büyür. Uzun bir sap üzerinde kalp veya üçgen şeklindeki yapraklar, koyu yeşil renkli kenarları kertiklidir ve ortada bir anadamar bulunur. Çiçekleri 10-40 cm genişliğinde tepsi şeklinde geniş bir kafa olup kenarların 1-3 sıra dizilmiş dil şeklinde 30-70 adet 5-10 cm uzunluğunda altın sarısı renkli ve ortada boru şeklinde çiçek yaprakları vardır. Burumsu çiçekler sarımsı esmer renkte ve de oldukça çoktur.
Yetiştirilmei: Ayçiçeğinin yetiştirilmesi oldukca kolay olup Nisanda ayçiçek tohumları (çekirdekleri) tarla veya bahçelere ekilir.
Hasat zamanı: Çiçekleri (taç yaprakları ) çiçek açmaya başladığı andan itibaren toplanır ve kurutulduktan sonra özel kaplarda muhafaza edilir. Ayçiçek çekirdeklerinin toplanması olğunlaşan kafalar Eylülden Ekime kadar toplanır döğülerek çekirdekleri çıkarılır ve kurutulur vede çekirdek kabuklarının soyulup tohumlarından yağ eldeetmek için fabrikalara gönderilir.
Araştırmalar: Ayçiçeğinin kökü ve yağı ile çeşitli araştırmalar yapılmıştır ve bu araştırmalardan bazıları:

1-) Çernobil'deki atom santralinde 1986 yılında meydana gelen kaza, Türkiye'den Almanya'ya kadar çok geniş bir alanda Uranyum zehirlenmesine sebep olmuştur. Bu zehirlenmenin ortaya çıkardığı radioaktif maddeleri, yan Stransiyum (Strantium) ve Sesyumu (Cassium) topraktan ve sudan arıtmak için Çernobil civarındaki göletlere Ayçiçeği ekilmiştir. Yapılan bu araştırmalarda daha önce 200 mikrogram/litre radioaktif madde içeren sularda bu oran 20 mikrogram/litre’ye düşmüştür. Böylece Ayçiçeği kökünün radioaktif maddeyi topladığı ve çevreyi arıttığı tesbitedilmiştir. (ZP.2.98.66 ve NH.4.97.198)
2-) Yağ tedavisi: Dr. F. Krah Ayçiçek yağından 2 kahve kaşığını ağza alarak 10 dakika gargarası yapılır ve buna günde 3-5 defa 4-6 hafta süreyle devam edilirse birçok hastalığa karşı iyi geleceği iddia etmiştir. Fakat bu iddiaların herhangi bir üniversite kliniğinde tedavi denemesi yapılmamıştır. Ben denediğimde yağın renginin değiştiğini gördüm. (NH.8.96.488)
Geniş bilgi için www.alternatif-tip.net'a bak


Güneş Tanrısı Helios Efsanesi

Antik Yunan'da her doğa olayı, hatta güneş ve ay da tanrılaştırılmıştı. Güneş tanrısının adı Helios'tu. Helios da, tıpkı diğer tanrılar gibi zaman zaman gök katından yeryüzüne iner, sevgili çiçeklerini yoklarmış. Bu yolculuklarından birinde güzel bir çoban kızına rastlamış. Kız, kırların ortasında bir taşa oturmuş , kendine çiçeklerden bir taç örüyormuş. Helios bir süre kendini göstermeden kızın hünerli ellerini seyredalmış. Kıza gelince, elindeki tacı bitirip tam kafasına yerleştirecekmiş ki yakışıklı bir delikanlı kılığına girmiş güneş tanrısının farkına varmış. O an birbirlerinden hoşlanmışlar. Birbirlerini görmeden gün geçirmez olmuşlar.
Bu buluşmalar gözü güneş tanrısında olan bulutlar tanrıçasının hiç hoşuna gitmiyormuş. Birkaç kez Helios'tan bu buluşmalara son vermesini rica etmiş ama faydasız. Bakmış iş çığrından çıkacak, etekleriyle dünyayı gözlerden gizlemiş, bulutlar yüzünden Helios dünya yüzüne inemez olmuş. Kısa zamanda çoban kızı da unutmuş gitmiş.
Çoban kıza gelince, günler günleri, aylar yılları kovalamış, kız o delikanlıyı bir türlü unutamamış.
Günlerden bir gün gene taşa oturmuş, gökyüzüne bakarken bulut tanrıçası yanında belirmiş. Tanrıça çok öfkeliymiş. 'Seni aptal ölümlü yaratık, sen kim oluyorsun da özlemle güneşe bakıp duruyorsun. Sen ona layık değilsin. O da zaten seni çoktan unuttu gitti' demiş. Bunu duyan kızın dünyası başına yıkılmış, üzüntüden kalbi çat demiş çatlamış. Ama ölürken bile gözlerini gökyüzünden alamamış. Tanrıların babası Zeus çoban kızın bu derin aşkından çok etkilenmiş. Bu yüzden kızı tıpkı güneşe benzeyen bir çiçeğe dönüştürmüş.
Çiçek bugün bile bakışlarını hiç güneşten ayıramaz. Kafasıyla onun hareketini izler durur.

13 Ocak 2007

Yıldız Çiçeği _ Dalya



Yıldız çiçeği adı altında eve saksı içinde aldığım bir adet bitkiyi ne olacak bakalım diyerek toprağa ektim ve ertesi sene karşıma çıkan bir öbek yıldız çiçeği beni bu türün adeta hastası yaptı. Her renkten, her boydan toplamaya çalışıyorum. Bol su dışında hiçbir özel isteği yok, bir de güneş tabii.



Anavatanı Güney Amerika olan yıldız çiçeğinin yumruları 1814'de Avrupa'ya ilk gönderildiği zaman sebze olarak yenmişti. Ekilen yumrular gelişip muhteşem çiçekler açtığında ise işin rengi birden değişti. Üstelik bu bitki aşılanmaya ve Anavatanı Güney Amerika olan yıldız çiçeğinin yumruları 1814'de Avrupa'ya ilk gönderildiği melezlemeye çok elverişliydi. Çeşitleri birden arttı. Yıldız çiçeği için Avrupa'da meşhur "lale çılgınlığı"nı andıran bir dönem yaşandı. Nadir soğanlar ağırlığınca altına satıldı.
Zamanımızda yıldız çiçeği binlerce çeşidiyle hala popülaritesini koruyor. Boyutu düğme iriliğinden servis tabağı
büyüklüğüne kadar değişen çiçek çeşitlerinin neredeyse her rengi var. Çiçek biçimleri de farklı. Pompon, kaktüs, dekoratif ve yalınkat bunlardan bazılarına verilen isimler. Ayrıca ebruli, benekli ve kırçıllı olanları da mevcut.
Bitkisinin yüksekliği cinsine göre bir karıştan iki metreye kadar değişir
. Kısa boylular saksı veya çiçekliklere yahut bahçede çiçek öbeklerinin ön kısımlarına ekilir. Orta boylu olanları büyük saksılarda yetiştirilebilir. Ancak uzun boylu ve iri çiçekli yıldızlar yalnızca bahçeye dikilmelidir.
Yıldızlar bol güneş, iyi gübrelenmiş toprak ve bol su isterler. Yumruları dikmeden altı hafta evvel yeri iyi yanmış gübreyle beraber bir bel derinliğinde kazılır. Mayıs içinde kürekle 15 cm derinliğinde bir çukur açılır. Açılan çukura 3-4 yumru dikkatlice yerleştirilir. İyi toprakla üzeri örtülür.Yumrular 7-8 cm derinlikte olmalıdır. Toprak parmaklarla bastırılıp sıkıştırılır. Filizler görününceye kadar fazla su istemez.
Boylu yıldızlar destek ister. Destek çubuğu çukur açıldığında, yumruları
yerleştirmeden önce toprağa sağlamca çakılır. Daha sonra yumrular yerleştirilir. Kısa boylular için gerekmez.
Yıldız çelikle de yetiştirilebilir. Baharda yumrular sürünce sürgünlerden 15 cm'lik çelik keskin bir makasla alınır. İyi toprakla dolu bir saksıya ekilir.Hafif gölgede ara sıra sulanarak köklendirilir. Daha
sonra toprağıyla beraber gerçek yerine dikilir.
Eskiden yaz so
nuna doğru çiçeklenen yıldızların şimdiki çeşitleri Hazirandan başlayarak Kasım sonlarına kadar sürekli açıyor. Devamlı ve kaliteli çiçek almak için bitkiler her 15 günde bir gübre şerbeti veya suda eriyen çiçek gübresiyle beslenmelidir.
Sonbaharda bitkinin sapları kararınca yumrular çatal bel yardımıyla dikkatlice topraktan çıkarılır. Cinsine göre etiketlenir. Bir hafta kadar kuruması beklenir Daha sonra serin ve kuru bir yerde bahara kadar muhafaza edilir.