30 Mayıs 2009

Camgüzeli _ Impatiens

saksı

Camgüzeli (Impatiens walleriana) ile İstanbul'dan tanışırım. Mısır Çarşısından her sene aldığım fideleri kocaman, upuzun bir saksıya tıkıştırır, sonra tüm yaz boyunca bıkıp usanmadan hababam açan o çiçeklerle mest olurdum. Pembe, beyaz, kırmızı, turuncu... Katmerli miydiler neydiler, nasıl açarlardı... Bilmesem, ortanca olduklarını zannedebilirdim. Gene İstanbul'da neden camgüzeli adıyla anıldıklarını da anlamıştım. Ne kadar ışık, o kadar çiçek. Tam aydınlık cam önü bitkisi. Madem bu kadar güneş seviyorlar deyip saksıyı güneşi en çok ve en uzun süre alan yere koymaya kalktığımda cevap küsen, hatta açmaktan vazgeçen bitkiler oluyordu. Sonunda anlaştık. Yeri çok aydınlık olacak ama güneş en fazla orayı şöyle bir yalayıp geçecek. Ama bu yalayıp geçme de asla öğlen olmayacak. Bu arada sudan da asla tasarruf edilmeyecek. Aslen dere kenarlarında yetişen bir bitki ne de olsa.
Mısır Çarşısında bulduğum camgüzellerinin aynısını burada bulamıyorsam da bu, benim her sene bahar ayında kucak kucak yeni fideler almamı engellemiyor. Aşırı sıcaktan da pek hoşlanmadıklarını da burada fark ettim. Ama İstanbul'dan farklı olarak burada fideleri ertesi yıla kadar canlı tutmayı da başardım. Bunun için gene aydınlık ama sobanın erişemediği serinlikte bir camönü yeterli. Yumuşak geçen kışlarda balkonun soğuk deymediği, korunaklı bir köşesi de bu iş için uygun. Don uyarısının yapıldığı gecelerde içeri almak kaydıyla.
Öğrendiğime göre bilimsel adının 'sabırsız' (impatient) olma nedeni oluşturduğu tohum kapsülleriymiş. Bu kapsüller olgunlaştığında en ufak teması fırsat bilip içindeki tohumları etrafa saçarmış, hem de metrelerce uzağa...
Resimlerime bakıyorum, çiçeklerin güzelliklerini yansıtmaktan çok uzak. Bu konuda biraz daha çalışmam lazım.
Bu arada: camgüzeli Ericales takımının çuha çiçeğinden sonra beni seven yegane üyesi. Açelya, kamelya kendilerini benim yanımda hiç mutlu hissetmiyorlar.
Haksızlık etmeyelim. Cennet elması (Trabzon Hurması) da her sene bol bol meyve verdiğine göre yerinden ve benden memnun.

25 Mayıs 2009

Kivi

sarmaşık
Yaklaşık yedi yıldır bahçede, yazları giderek yayılan ama bir türlü meyve vermeyen, hatta çiçek bile vermeyen kivilerimiz sonunda çiçeklerini açtı. Tek tük. Birinde küçük bir fıçıcık olarak meyve gördüğümü de iddia edebilirim. Ne yazık ki son bir haftadır süregelen sağanak yağış ve neredeyse fırtına diyebileceğimiz sert rüzgar onu da alıp götürdü. (Yandaki resim)
Ericales düzeninin Actinidiaceae ailesine mensup olan kivinin (Actinidia deliciosa) meyve vermesi için iki ayrı bitki almak gerektiğini biliyordum. En az bir erkek, sonra birkaç dişi... Bir tane aşılı olduğu söylenen bir kivi fidanı bile almıştım. Ama erkeği bile çiçeklenmeye yanaşmadı. Bu yıl işin sırrı budamada deyip her yılın aksine kılına bile dokunmadık. Çünkü asmalarda öğrendik. Meyve vermesi için 3 göz bırakmak gerekiyor, yoksa hababam uzayıp duruyor, büyüme aşkına kapılıp fazla meyve verme gereğini duymuyor. Anladığım kadarıyla kivi de öyle. Şubat ayında göz sayarak budama, sonra olur da bu kez bir dolu meyve verir, meyveden, yani tomurcuktan sonraki yaprakların budanması. (Bu konuda http://www.kivita.com.tr/tuketici_uretici/butaterb.htm da çok ayrıntılı bir tarif verilmiş.) Asma ile benzerlik bu kadar. (Bir de benzer iklim koşullarını sevdiklerini eklemek gerekir.) Bunun dışında bence asmadan çok daha estetik bir bitki. Yapraklar yıldız şeklinde kümeleniyor. Dalga dalga... Çiçekler krem renginde. Kivinin kesiti çiçekte de aynen görünüyor. Su ihtiyaçları normal. Rüzgar sevmiyor. Meyvenin olgunlaşması Ekim_Kasım ayını buluyormuş.
Kivinin çiçek açmamasına aslında pek de şaşırmıyordum. Zira mensup olduğu düzenin benimle arası hiç hoş değil. Açelya, Kamelya hep aldığım, ama ertesi yıl izine bile rastlayamadığım bitkiler. Belki de aşırı asitik toprak isteklerini bir türlü karşılayamıyorum. Bir tek cennet elması ve çuha çiçekleri... Onlar hayatlarından memnun.


BİTKİSEL ÖZELLİKLERİ
Çalı formunda olan kivi, sarılıcı-tırmanıcı bir bitkidir. Gövde odunsu yapıda olmasına rağmen hızlı sürgün gelişiminden dolayı bitki kendi ağırlığını taşıyamamaktadır. Bunun için telli terbiye sistemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Yabani formları ağaçlara tırmanarak büyümektedir. Kışın yaprağını döken çok yıllık bir bitkidir. Sürgün gelişmesi çok kuvvetlidir. Özellikle erkek bitkilerin sürgün gelişmesi daha hızlıdır. Tırmanıcı olmasına rağmen asmadaki gibi tutunmak için sülük gibi bazı özel organları bulunmamaktadır.

KÖK
Sistemde kökler en önemli unsur olup hayati önem taşımaktadır. Çünkü kökler sistemde en çok hasar görmeğe müsait kısımdır. Toprak yapısına göre değişmekle birlikte toprağın çoğunlukla 40 cm' lik kısmında yoğunlaşmaktadır. Kökler çoğunlukla saçak kök yapısına sahip olup kökler şişkince ve etli yapıda olmaktadır. Derin, hafif ve süzek topraklarda kökler daha derinlere inmekle beraber geniş bir dağılım göstererek topraktaki bitki besin elementlerinden daha fazla faydalanmaktadır. Uygun yapıda olmayan topraklarda ise kökler toprak kaynaklı mantarı hastalık ve zararlılardan (nematod) çok etkilenmekte olup bitkinin gelişimi gerilemekte ve sonuçta ölüm oluşmaktadır.

GÖVDE VE SÜRGÜNLER
Gövde odunsu yapıda olmasına rağmen hızlı sürgün gelişiminden dolayı bitki kendi ağırlığını taşıyamamaktadır. Bunun için telli terbiye sistemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca yeni tesis edilen bahçelerde gövdenin dik durması ve düzgün gövde oluşturulması için destek hereğinin çakılması gerekmektedir.
Dikimden sonra terbiye şekline göre şekil budaması yapıldıktan sonra ana dal üzerinde yan dalların düzgün bir şekilde oluşturulması gerekmektedir. Yan dallar düzenli bir şekilde terbiye edilirse bitkinin gelişmesi ve verimi daha iyi olur. Yan dallar gövdeden hemen çatallaştırılmamalı, yayvan ve yere paralel olacak şekilde oluşturulmalıdır. Yaklaşık 150-200 cm uzunluğunda ve zıt yönde bırakılan iki adet ana dal, gövde ile birlikte kivinin iskeletini oluşturmaktadır.
İlk baharda süren genç ve taze sürgünlerin, odunlaşması yaz ortasında (Temmuzun ikinci yarısında) başlar yaprak dökümünde son bulunmaktadır. Sürgünler uygun koşullarda 5-7 metre boylanabilmektedir. Sürgünlerin uç kısmı sarılıcı kahve renkli ve tüylüdür. İyi meyve veren sürgünlerin boğum araları daha kısa, belirgin, dolgun olmakta ve sürgünün ucu bir gözle son bulmaktadır. Ana dallar üzerinde boğum araları uzun, çapları geniş, boyları uzun ve dik büyüyen sürgünler ise obur dalları oluşturmaktadır. Bu sürgünler eğer vegetasyon periyodu içerisinde (yaz ortasında) sürerse hiç meyve vermez. Bunun için yaz budaması esnasında bu dalların çıkarılması gerekmektedir. Bunun yanında kış dinlenmesinden çıkışta süren obur dallar az da olsa meyve vermektedir.

GÖZLER
Gözler çoğunlukla bir yaşlı sürgünler üzerinde bulunan yaprak koltuklarının üzerinden meydana gelmektedir. Bunun yanında nadir olmakla birlikte 2 ve 3 yaşlı dallar üzerinde de oluşabilmektedir. İlkbaharda gözler normal olarak çubukların uç boğumlarından itibaren uyanmaya başlar. Bu nedenle çoğunlukla en verimli olan bu uç gözler en ilk uyanan gözlerdir.
İlkbaharda süren genç sürgünlerin dip kısmında çiçek salkımları meydana geliyorsa bu gözlere verimli göz denir. Verimsiz gözlerde ise sadece sürgün ve yaprak taslakları bulunur. Sürgün üzerinde bulunan gözlerin tamamı uyanmaz. Özellikle sürgünlerin alt ve dip kısmındaki gözler ile gelişmesini tamamlayamamış yassı gözlerde uyanma az olmaktadır. Gözler soğuklama ihtiyacını karşıladıktan sonra sürmeye başlamaktadır.

YAPRAK
Yapraklar sürgün üzerinde bulunan gözlerin alt kısımlarından meydana gelmektedir. Yapraklar, oval, kalp şeklinde olup üst yüzeyleri koyu, alt yüzeyleri ise açık yeşil ve ince tüylerle kaplıdır. Yaprak kenarları dişlidir. Görünümü çok güzel olan yapraklar, oldukça büyük olmakla beraber kağıt yapımında da kullanılabilmektedir.

ÇİÇEKLER
Kivilerde çiçekler yaprak altında tek tek veya salkım halinde oluşur. Dişi bitkilerde oluşan çiçekler çoğunlukla tek tek bazen de üçlü salkımlar şeklinde oluşur. Erkek bitkilerde ise üçlü veya beşli salkımlar halinde oluşur.

MEYVE
Kivi meyveleri dişi çiçeğin döllenmesi ve yumurtalığın gelişmesi sonucu oluşur. Olgun meyvede kabuk açık kahverengi, kısa ve yumuşak tüylerle kaplıdır. Döllenmeden itibaren meyve oluşumu için ortalama 20-24 haftalık bir süre gereklidir.
Meyveler çeşitlere göre değişmekle birlikte 4-5 cm eninde, 6-9 cm boyunda ve ağırlıkları 40-150 g arasında değişmektedir.
Meyve silindirik ovalden yuvarlağa yakın yumurtamsı şekilde olmaktadır. Meyve şekli dıştan içe doğru tüyler, kabuk, dış meyve eti, iç meyve eti, çekirdek, çekirdek evi, yumurtalık izleri ve meyve özünden meydana gelmiştir.
Kivi meyvesi %80 oranında su %20 oranında kuru madde ihtiva eder. Kivi meyvesi C vitamini bakımından zengindir. 100 gram taze meyvede 100-400 mg C vitamini bulunur.

İKLİM İSTEKLERİ
Kivi genelde kışları ılıman yazları sıcak ve nemli bir iklime ihtiyaç duymaktadır. İlkbahar ve sonbahar donlarının görülmediği yerlerde yetiştirilmesi uygundur. İlkbaharda gözlerin sürmesi ile yaprak dökümü arasında 230- 260 gün don olmayan yerlerde yetiştiriciliği rahatlıkla yapılabilmektedir. Özellikle gözlerin sürmesi ve yapraklanmadan sonra meydana gelen don olayları bitkiye büyük zarar vermektedir. Meyvelerin hasat döneminde ise -2C derecede meyveler zarar görürler. Soğuklanma isteği, kültürü yapılan çeşitlere göre değişmekle beraber +7C altında 400-1000 saat'dir. Soğuklanma ihtiyacının karşılanmayan gözlerin uyanması daha az olmakta ve verimde düşüşlere neden olmaktadır.
Yıllık sürgünler aşırı rüzgarlardan olumsuz şekilde etkilenmektedir. Bunun için bahçeler tesis edilirken rüzgara karşı gerekli önlemler (rüzgar kıran) alınması gerekir. Aksi takdirde yeni sürgünlerin dallara bağlantısı kuvvetli olmadığından kolayca kırılabilmekte ve verimi olumsuz etkilemektedir.
Kivi, suyu sevmekle beraber vejatasyon dönemi içinde düzenli olarak 800 - 1400 mm arasında yağış alan bölgelerde rahatlıkla yetiştirilebilmektedir. Bu durum göz önüne alındığında ülkemizde bu yağış düzenine uyan tek bölge Doğu Karadeniz bölgesi olup diğer yörelerde sulama yapılmadan yetiştirilmesi mümkün değildir. Hatta bu bölgede bile yer yer havaların kurak gittiği zamanlarda sulama yeterince yapılmadığı taktirde bitki gelişmesi duraklamakta ve meyve verimi ve kalitesinde önemli azalmalar olmaktadır.

TOPRAK İSTEKLERİ
Kivi bitkisi toprak isteği bakımından seçicidir. Kökler olumsuz toprak şartlarından etkilenmektedir. Özelikle saçak köklerin çokluğu ve hassas oluşu kivinin toprak isteğinin önemini göstermektedir. Bu bakımından ağır olmayan, derin, süzek ve geçirgen, gevşek yapılı organik maddece zengin nötür veya orta asit karekterli Ph 5 - 7 arasında olan topraklar kivi için uygun topraklardır. Ağır, su tutan, drenajı iyi olmayan ve taban suyu yüksek olan topraklar ise uygun değildir.

ÜRETİM TEKNİKLERİ
Kivi çoğaltılması kolay olan meyve türlerinden biridir. Tohumla çoğaltılabildiği gibi aşı, çelik ve doku kültürü yöntemleri ile çoğaltılabilmektedir. (http://www.biriz.biz)

12 Mayıs 2009

Amaryllis

soğanlı bitkiler

Amarilisi tanımaya karar verince her zamanki gibi internete başvurdum, özellikle de Wikipedia'ya ya.
[Bu arada hiç de botanikle ilgisi olmayan bir iki söz: Zaman zaman neden hiçbir bitki için anavatan olarak Türkiye ya da en azından Anadolu gösterilmez diye hep merak ediyorum. Oysa şu kadar endemik bitkimiz var deniyor. Özellikle Wikipedia'ya bakıyorum. Batı Ege'de Yunan adaları, oradan İran ve Arap yarımadası, Mısır. Anadolu yok. Lütfedilen en yakın tarif Batı Asya. Mesela Nergis bölümünün Almancası şöyle diyor:
Eine Bedeutung in der mitteleuropäischen Gartenkunst haben Narzissen seit der sogenannten orientalischen Phase von 1560 bis 1620, als sie gemeinsam mit Tulpen und Hyazinthen in die Gartenkultur gelangten.
(Mealen şöyle: Orya Avrupa bahçe sanatında laleler ve sümbüllerle birlikte nergisler, 1560_1620 yılları arasında orientalistik diye adlandırılan dönemde önem kazanır
.
Şu orientalist dönemin açıklaması şöyle:
Als Orientalische Periode bezeichnet man in der mitteleuropäischen Gartenkunst die Zeit zwischen 1560 und 1620. In dieser Zeit der Renaissance wurden besonders viele, meist exotische Zierpflanzen eingeführt, um damit Gärten und Parkanlagen zu gestalten. Eine besondere Rolle spielten dabei Tulpen, Hyazinthen und Narzissen, die aus dem südlichen und südöstlichen Europa nach Mitteleuropa eingeführt wurden.
Die erste Tulp
e gelangte vermutlich im Jahre 1554 im Gepäck eines Habsburger Diplomaten von Konstantinopel nach Wien. Diese Pflanze fand sehr schnell Verbreitung. Bereits 1559 pflegte ein Augsburger Kaufmann in seinem Garten Tulpen. Eine besondere Rolle in der Verbreitung vor allem der Tulpe kommt jedoch dem Botaniker Carolus Clusius zu, der als Direktor des Botanischen Gartens im holländischen Leiden Tulpenzwiebel pflanzte und Tulpenzwiebel an seine Briefpartner in ganz Europa sendete. Bereits in den 1610er Jahren kam es in Frankreich zu einer ersten Spekulationswelle mit Tulpen. Ihre Höhepunkt erreichte die Tulpenmanie jedoch nach dem Ende der orientalischen Periode. Von 1632 bis 1637 waren Tulpen das begehrteste Spekulationsobjekt.
Hepsini çevirmeyeceğim. Güney ve güneydoğu Avrupa'dan getirilen nergisler ve ayrıca 1554'de Konstantinopel'den (ve nedense her kentin şimdiki adı kullanılıyor da bir tek İstanbul tarihi adıtla anılıyor) çalınan lale soğanlarından söz ediliyor. Sonraki bölümde nergisin yetiştiği yerlerden söz ediliyor. Çevirmeyeceğim, yalnızca bölgelerin adlarını siyah olarak vereceğim.
Narzissen waren ursprünglich im südlichen Europa beheimatet mit Hauptverbreitungsschwerpunkt auf der Iberische Halbinsel. Von dort aus haben einige Arten den Sprung über die Meerenge von Gibraltar geschafft und besiedeln heute auch die nordwestafrikanische Küste. Die herbstblühende Narcissus elegans ist beispielsweise heute an der Küste von Marokko bis Libyen zu finden. Sie kommt außerdem an den Küsten Korsikas, Sardiniens und Italiens vor. Ähnliches gilt für die Reifrock-Narzisse (Narzissus bulbocodium), die in Nordafrika in einem schmalen Verbreitungsband von Tanger bis nach Algier vorkommt. Zwischen Tanger und Marrakesch weist sie außerdem ein disjunktes Verbreitungsgebiet auf und ist außerdem auf der westlichen Iberischen Halbinsel zu finden. Die Küsten des gesamten Mittelmeerraumes dagegen hat Narcissus serotinus besiedelt. Die Tazette findet man auch im Iran und im Kaschmir. Da diese Narzissenart zu den ältesten in Kultur befindlichen und am frühesten züchterisch bearbeiteten Narzissen gehört, muss man davon ausgehen, dass sie zumindest im Kaschmir eingeführt wurde.
Besonders großräumige Verbreitungsgebiete weisen die Dichter-Narzisse (Narcissus poeticus) und die als Osterglocke bekannte Narcissus pseudonarcissus auf. Das Verbreitungsgebiet der Dichternarzisse reicht in östlicher Richtung von den Pyrenäen entlang der rumänischen Karpaten bis zum Schwarzen Meer und entlang der dinarischen Küste bis nach Griechenland.

I. Viyana Kuşatması, 27 Eylül-16 Ekim 1529 tarihlerinde, II. Viyana Kuşatması, 1683 yılında yapılmış. Anlaşılan o ki botanikçiler bile hala o günleri hazmedememiş. Türklerle ilgili herhangi bir şey ağızlarına almama, o dönemi hafızalardan silme çabalarına katkılarını esirgemiyorlar.
Şimdi benim gibi bir bahçesi olup da bitkileri okuyarak da öğrenmek isteyen her bitkisever, eminim benimle bir konuda hemfikirdir: Türkçe bitki tanıtım sayfaları bir r
ezalet. Hepsi ya çeviri ya da birbirinden kes-yapıştır yöntemiyle türetilmiş, ciddiyetinden pek emin olamadığım, bazen de yalnızca dar botanik çevresi için yazılmış, anlaşılmaz, aşırı 'bilimsel' yazıcıklar. Hele Wikipedia kesinlikle fiyasko. Wikipedia'nın bitkilerle ilgili Türkçe sayfalarına yalnızca Türkçe adlara karşılık bulma umuduyla bakıyorum. Hani Anadolu bilmem kaç tane endemik bitki cenneti?]

Bu serzenişten sonra bitkiye geri dönebiliriz. Amarilis bitkisi beni kuşkonmaz düzenine götürdü. Belki de en zengin düzen. Kuşkonmaz dışında sümbül, frezya, süsen, nergis, çiğdem, ayrıca ve tabii ki soğan, sarımsak ve pırasa, sonra orkide ve glayör, bu da yetmezse agave ve yucca.
Soğanlı bitkilerle ilgili şöyle bir püf noktası var. Çiçeği geçtikten sonra, yapraklar sararana kadar bitkiyi sulamak (hatta gübrelemek) gerekiyor (bu sırada soğan uykuya geçmeden önce yeni ürünler için kuvvet topluyormuş). Yapraklar sararınca da ya soğanı saksısıyla ya da topraktan çıkartarak kuytu ve kuru bir yere almak gerekiyor. Ekerken iki kural var. Bazı soğanları boylarının bir misli derinliğe gömmek gerekiyor, bazılarını ise boyunları toprağın dışında kalacak şekilde yerleştirmeli. Toprak da geçirgen olmalı.

03 Mayıs 2009

Portakal

ağaç



Portakala neden portakal deriz? Sadece biz değil... Portakal, Bulgarlar için 'portokal', Yunanlılar için 'portokali', Acemler için 'porteghal', Romanyalılar için 'potocala', Güney İtalya'da Neapolitenler için 'portogallo' ya da 'purtualle', Araplar için 'al-burtuqal', Gürcüler içinse 'phortokhali'... 15. yüzyılda portakalı Hindistan'dan getirip satanlar, Portekizlilermiş, yani 'Portekiz'den gelen.
Narenciye sözcüğünün kökü ise Sanskritçe: nāraṅgaḥ. Acemler nārang, Ermeniler nārinj, Araplar nāranj, İspanyollar naranja, Portekizliler laranja, İtalyanlar arancia ya da arancio demiş. Eski Fransızca'nın orenge'ı sonunda bugünkü orange'ı ortaya çıkarmış. Bir meyvenin yaptığı yolculuğu bundan daha iyi anlatacak bir şey var mı?

Çevremizdeki çoğu bitki gibi Çin kökenli olan portakal (Citrus sinensis), turunçgillerden (Rutaceae). En ilginç tarafı doğrudan çekirdekten yetiştirilememesi. Bir anaç _ki bu genelde turunç (Citrus aurantium) oluyor_ üzerine aşılanıyor. Söylentilere göre ekilen portakal çekirdeği portakal değil, gene turunç verirmiş.
Limonun aksine dona fazla dayanaklı değil. Gece soğukluğu 0'ın altına fazla düşmemeli. Diğer meyve ağaçlarının aksine yazın bol bol sulanmalı ve tıpkı diğer meyve ağaçları gibi hastalıklardan korunmalı. Bordo bulamacı ve yazlık yağ. Ayrıca arap sabunu-ispirto karışımı. Bunlar iyi netice veriyor.
Turunçgillerle ilgili ilginç bir ayrıntı: Meyvelerin renginin yeşilden sarıya ya da turunca dönmesi için havanın belli ölçüde soğuması gerekirmiş. Tropikal bölgelerde bu yüzden meyveler hep yeşil kalırmış. Renk, olgunlaşma işareti de sayılmıyor. Yemeden meyvenin tatlılaşıp tatlılaşmadığını anlamak mümkün değil.
Portakalın kimlik Kartı
Portakal, turunçgiller familyasından bir ağaç. Boyu 2-10 metre arasında değişiyor. Yaprakları sert, dayanıklı ve düz kenarlı. Kabuklarından portakal esansı elde ediliyor. Eczacılıkta ve gıda sanayisinde kullanılıyor. Çiçeklerinden de portakal çiçeği esansı yapılıyor.

Çeşitlerine gelince:
Portakalın çekirdekli ve çekirdeksiz çeşitleri var. Çekirdeksiz cins olan yafa portakalı Finike, Mersin ve Hatay'da yetişiyor. Kalın kabuklu ve uzunca meyveli. Kabuklarından reçel yapılır. Dörtyol portakalı ise çekirdekli. İnce kabuklu ve sulu. Washington (erken çeşit), çekirdeksiz, Güney Anadolu ve Doğu Karadeniz'de Rize çevresinde yetişiyor. Kalitesi özellikle Antalya ve Muğla (Fethiye, Marmaris, Köyceğiz) yörelerinde daha iyidir. Thomson daha düzgün, pürüzsüz kabuklu fakat daha az sulu ve daha açık renkli. Yafa iklim ve toprak istekleri bakımından seçici. Özellikle Mersin yöresinde yetişir. Elverişsiz koşullarda meyveler iri ve susuz, meyve kabuğu çok pürüzlü, kalın ve kaba olur. Verim azalır. Valancia geç olgunlaşan (Mart) bir çeşittir.
Bir de kan portakalı.

Bileşimindeki etken maddeler
* C vitamini
* Karbonhidrat
* Potasyum
* Folik Asit
* Bioflavin
Genel faydaları:
* Soğuk algınlığı, grip, kas incinmesi, kalp hastalıkları ve felçten korur,
* Portakal suyundaki bir antioksidan olan bioflavin damarları ve kılcal damarları güçlendirerek kalbin zarar görmesini engeller, ezik ve çürüklerin daha çabuk iyileşmesini sağlar,
* İçerdiği C vitamini ve folik asit sayesinde öksürüğü azaltır,
* Kanın pıhtılaşmasını,mide ve pankreas kanserini önleyici etkisi vardır,
* İçerdiği yüksek potasyum tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur. Aynı zamanda,içerdiği potasyum, cildin kuruyup kırışıklıkların oluşmasını da önler,
* Çocukların hastalıklardan korunması ve fiziksel gelişiminin tam sağlanması için gerekli olan cevherler dolu bir meyvedir.
* Kabuklarında bulunan uçucu maddenin bazı kanser türlerinin tedavilerinde çok önemli iyileştirici bir madde olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Cildi güzelleştirir
Yapısında karoten bulunduğu ve kanı temizlediği için portakal aynı zamanda cildi güzelleştirir ve ona tatlı bir pembelik kazandırır. Güney Fransa'da ve İtalya'daki köylü kızları, ciltlerinin parlaklığı ve pembeliğini portakala borçlu olduklarını söylerler. Kabuklarındaki esans sivilcelere sürüldüğünde biraz yanma yapar ama 2 ayda ortadan kaldırır.

02 Mayıs 2009

Latin Çiçeği

çit, sarmaşık

Latinlerle ilgili okurken özellikle bir konu beni çok mutlu etti. Renklerini dijital kamera ile yakalamak neredeyse mümkün değilmiş. Gerçekten de tüm çabalarım hep boş. O parlaklığı, o sıcaklığı resimlere bir türlü yansıtamıyorum.
Tıpkı yakın akrabası kapari gibi Latinçiçeği (Tropaeolum majus) de süslü olduğu kadar yenilebilir bir bitki. Yaprağından tohumuna, her yeri yeniyor. Yazdıklarım boş laf olmasın diye ağzıma bir çiçek attım. Gerçekten leziz. Roka ile hardal karışımı. Zaten esas olarak salatalarda kullanılması tavsiye ediliyor. Taze tohumları da sirkeye yatırılıp tıpkı kapari gibi kullanılabilirmiş.
Latinçiçeği (kapuçin de denirmiş) gübresiz, zehirsiz bir sebze bahçesinde mutlaka yer almak zorunda. Karıncalar, salyangozlar, hatta fareler bu çiçeklerin oluşturduğu çiti aşıp sebze bahçesine dalamıyorlarmış. Yaprak bitleri ise, tam tersine, bu bitkiyi o kadar seviyorlarmış ki, fırsat bulup örneğin güllere atlayamıyorlarmış. Lahana kurtları da öyle. Küf mantarı oluşumu da içerdikleri birtakım maddeler yüzünden engelleniyormuş.
Anavatanları Güney Amerika olan Latinçiçekleri esas olarak tohumdan üretiliyor. Yerinden söküp başka bir yere dikilince tutmuyor dense de ben denedim, oldu. Toplanan tohumları kurutulup saklanıyor. Şubatta ekiliyor. Ekmeden önce ılık suda ya da daha iyisi papatya çayında bekletmek daha iyi netice verirmiş. Kuruyan çiçekleri toplanırsa uzun zaman çiçekli kalıyor. Nisan sonundan kışa kadar. Sonra bitki gözden kayboluyor. Ocak ayında ilk yapraklar, derken eskisinden daha gür bir çit gene karşımızda. Çok çiçek açması isteniyorsa fazla verimli bir toprağa dikmemek gerekiyor. Suyu seviyor, susuzluğa da fazla itiraz etmiyor. Güneş de seviyor, gölgeye de itirazı yok. Kısacası hem zahmetsiz hem faydalı hem de güzel. Bir bahçe daha ne ister... Üstelik çok hoş bir kokusu da var...


Latinçiçeğigiller familyasının örnek bitkisidir. Anayurdu Latin Amerika'daki serin And Dağları bölgesidir. Gösterişli çiçekleri ve yaprakları nedeniyle dünyaya yayılan latinçiçeği, ülkemizde de bazı yerlerde süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir. 40 türü vardır. Boyları 40 cmden başlayıp kimi tırmanıcı türlerinde metrelerce uzayabilir. Türüne göre latinçiçekleri bir ya da çokyıllık otsu bitkidir. Işınsal damarlanma özelliği gösteren yuvarlağımsı biçimli gök yeşili yaprakları nilüfer çiçeğinin minik yapraklarını andırır. Hoş kokulu parlak çiçekleri, kızıl, turuncu, sarı, maun ve krem renginde olabilir. Çiçeğinin üstteki taçyaprağı nektar arayan sinekkuşunu anımsatır. Bitkinin tohumları fasulye iriliğinde olup kuruyunca minik yerfıstıklarına benzer. Bitki, tohumuyla çoğalır.
İçerdiği yararlı maddeler arasında C vitamini, glükosilinat, hardal yağı ve ne olduğu bilinmeyen bakteri yok edici bileşikler bulunur. Bitkinin yaprak, çiçek ve yakıcı lezzeti olan çiçek tohumları salata olarak yenilir. Körpe çiçek tomurcukları ve yeşil durumdaki tohumları turşu yapılarak tüketilir.

Etki ve Kullanım:
Latinçiçeğinin yaprak, çiçek ve çiçek sapları, yaz ortasından sonbahar ortalarına kadar toplanır. Yaş olarak kullandığında, etkili tıbbi özellikler taşır. Tıbbi etkileri ve onlardan yararlanma yöntemleri şöyle sıralanabilir:
� Beden içinde herhangi bir bakteri enfeksiyonu varsa, özellikle solunum yollarındaki rahatsızlık, bronşit, grip ve soğuk algınlığı gibi durumlarda etkilidir.
� Son zamanlarda bazı uzmanlar, kadın üreme organlarındaki enfeksiyonlarda da latinçiçeğinin etkili olduğunu savunuyorlar.
� Ayrıca bitkiden hazırlanan infüzyonun saç ve tırnakların ana maddesi olan keratini güçlendirdiği, saç dökülmeleri ve tırnak kırılmalarını önlediği öne sürülüyor.
Bütün bu durumlar için 1-2 tatlı kaşığı taze yaprak, çiçek ve çiçek sapı karışımı üzerine 1 bardak kaynar su dökülüp 10-15 dakika süreyle demlendirilerek hazırlanan infüzyon, günde üç kez birer bardak içilir.
� Latinçiçeği özellikle bakterilerden oluşan yerel enfeksiyonlarda güçlü bir mikrop kırıcıdır. Bunun için yaprakları ezilerek hazırlanan yara lapası ya olduğu gibi ya da bir tülbentin içine konularak kompres şeklinde şikayet edilen yerlere dıştan uygulanır.