19 Temmuz 2006

Ceviz

Ağaç
Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,

koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbula.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.

Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbulu.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Nazım HiKMET

Ceviz hakkında mitolojik bilgiler edinmeye çalıştım. Tek öğrenebildiğim, Yunan ve Roma mitolojisinde tanrıların yiyeceği olarak geçtiği. Latince ismindeki regia (hükümran mı?) eki de burdan geliyormuş. Günümüzd e Noel ağaçlarını altın yaldıza batırılmış cevizlerle süsleme geleneği, tek tanrılı dinler öncesinde cevizin en azından Ortadoğu'da kutsal sayıldığına işaret ediyor olabilir. En azından İsa'ya inananlar arasında ceviz bolluk ve bereketi simgeliyor. Gelin odalarına cevizler atmak adettenmiş
Kutsal sayılmamış olması zaten mümkün değil. Zira yaklaşık 100-150 yıl yaşayan ceviz ağacı, ömrünün yarısını bizi cevizleriyle besleyerek geçiriyor. Sonra da mobilyacılığın baş tacı oluyor.
Anladığım kadarıyla ceviz biçimi itibarıyla da insanların ilgisini çekmeye devam ediyor. Cevizin dışındaki yeşil kabuk kafa derimize, kahverengi sert kabuğu kafatasımıza, sarı ince kabuğu beyin zarımıza, cevizin kendisi de beynimize benzetiliyor. Yalnıca cevizde bulunan gümüş iyon da cabası.
Ceviz Ağacı İle Topal Yunus'un Hikayesi
Burda bir dostumuz var:
Çerkeş'in
Kavak köyünden.
Büyük kitaplar gibi
içinde bir şeyler saklı.
Akıllı adamlara
ajans haberlerine
ve bilmeceye meraklı.
Adı: Yunus.
Ateşimizi yakıp
suyumuzu veriyor.
Ağaçlardan
ve günlerden konuşuyoruz.
Herhal ilerdedir
yaşanacak günlerin
en güzelleri.
Şimdilik
sohbetimizde kederi:
kesilip
satılmış
bir ceviz ağacının...

Onu tanıyoruz:
avlunun içinde
kapının solundaydı.
Ve altı yaşında
dalından düştü Yunus,
topallığı ondandır.

Öküzler topalları sever,
çünkü topallar ağır yürürler.
Öküzler topalları sever,
ceviz ağaçları sevmez topalları:
çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere,
çünkü üzerlerine çıkıp
silkeleyemezler dalları.
Ceviz ağaçları sevmez topalları...

Bir acayiptir muhabbet bahsi:
mutlaka kendini dereye atmaz
sevilmeyenlerin hepsi.
İnsanların hünerleri çoktur:
insanlar
sevilmeden de sevmesini bilirler...

Bir acayiptir muhabbet bahsi,
bir acayiptir
ceviz ağacı ile
topal Yunus'un hikâyesi...

..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Ve Çerkeş yolu üzerinden
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman,
kadınlardan önce uyanırdı dalları.
Altından geçerken düşünürdü Yunus...

..... Düşünmek:
ne mukaddes bir iş
ne felâket
ne de bahtiyarlıktı,
ve ölüm:
mutlaka varılıp dönülmeyen,
fakat üzerinde düşünülmeyen
bir köydü Yunus için...

..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Güneşte gölgesi hain olurdu,
rüzgârda konuşurdu kendi kendine,
dalları yukardan Yunus'a bakar...
..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü,
dünyanın yuvarlak olduğunu
ve güneşin etrafında döndüğünü
bilmiyordu Yunus.
Bunları biz anlattık ona
şaşıp kalmadı...

..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Üç kişi el ele versen
kütüğünü çeviremezdin.
Gece altında oturdun muydu
yıldızları göremezdin.
Her gece altında otururdu Yunus...

..... Çinli müslümanlara,
burunları tek boynuzlu gergedanlara,
ve bir damla suda bir milyon mikroba dair
fikri yoktu Yunus'un.
Bunları bizden öğrendiği gün
hayret etmedi...

..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Toprağın içinde gider kökleri,
karanlık bir sudur tepende akar.
Her akşam altından geçerdi Yunus...

..... Bir gün ateşimizi yakıp
verirken suyumuzu:
«- Biz hizmetkârınız senin,
sen efendimizsin» - dedik.
Şaşırıp kaldı Yunus...

..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Rüzgârda konuşurdu kendi kendine.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Gece altında oturdun muydu
yıldızları göremezdin.
Karanlık bir sudur tepende akar,
toprağın içinde gider kökleri,
dalları, yukardan Yunus'a bakar...

«- Köy işi zordur katiyen
vücut ezilir bir defa.
Toprağa çömelip bak dört tarafa:
bela hangi inde pusmuş
bilinir mi?
Mümkünü yok vurulsun...»

Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u...

«- Biz hiç dünyada yaşamış değiliz.
Geldik
gidiyoruz öylesine...
Tevatür güzelmiş İstanbul şehri,
varıp görülmesi nasibolmadı.
Velâkin niye tiftiği yok
altmış haneden otuzunun? ...»

Tiftiği yoktu Yunus'un...

«- Attığın taş
dediğin kuşu vurmuyor.
Dünya trene bindi.
Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor.
Elimiz ayağımız: öküz.
Çok zor olur öküzü satmak,
yarı ölümdür yani.
Öküz gitti mi korkulursun...»

Sattılar öküzünü Yunus'un...

«- Herhal yolların sonu göründü.
Bu olan işleri akıl almaz.
Toprak sabuna döndü
kayar insanın elinden.
Cümle mahlukatın mekânı vardır
kurdun mekânı olmaz.
Toprağın elinden kaydı mıydı
bir mekânsız kurt olursun...»

Kaydı toprağı elinden Yunus'un...

Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Güneşte gölgesi hain olurdu.
Yunus durmadan
Yunus kaybettikçe onu düşünür,
o, bir şey isteyip bir şey sormadan
rüzgârda konuşurdu kendi kendine...

Çocuklara ana,
tohuma toprak
ve karı lâzımdır erkek kısmına...

Bir kız kaçırdı Yunus:
Çünkü düğün pahalı
kız kaçırmak ucuz...

Fakirin karısı kavi olmaz...

Ve bir gün
Çerkeş yolu üzerinden
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman
giderlerdi.
Yunus'un arkasında yuvarlandı yere,
kırmızı peştemalının içinde ölüverdi...

Topraksız, öküzsüz ve kadınsız,
kaldılar dünyada bir başlarına
ceviz ağacı ile Yunus.
Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a.
El toprağında ter döker oldu.
Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp
uyumaz beklerdi sabaha kadar.
Yalnızlık umrunda değil cevizin,
toprağın içinde gider kökleri,
dalları yukardan Yunus'a bakar...

Cevizden konsol yaparlar,
topal Yunus ne işe yarar?

Zemheriler geldi barınamazsın.
Cevizden konsol yaparlar.
Gayrı daha fazla sürünemezsin.
Sat Yunus cevizini...

Yün yorgan değil bu sarınamazsın.
Cevizden konsol yaparlar.
Bir cansız ağaçtır yaranamazsın.
Sat Yunus cevizini...

Varlılar varsıza dokur mu kilim,
vay cevizin hali, vay benim halim...

Mekânsız kurda mekândı.
Cevizden konsol yaparlar.
Yarı ağaç, yarı insandı.
Sat Yunus cevizini...

Cenaze çırçıplak, kara uzandı.
Cevizden konsol yaparlar.
Kesildi dalları, dallar budandı.
Sattı Yunus cevizini...

Varlılar varsıza dokur mu kilim,
vay cevizin hali, vay benim halim...

Sabahın sahibi vardır.
Gün daima bulutta kalmaz.
Herhal ilerdedir
yaşanacak günlerin
en güzelleri...
Şimdilik
sohbetimizde kederi:
kesilip
satılmış
bir ceviz ağacının...
Nazım Hikmet
Ceviz ağacı çok zor meyve veren bir ağaç. Söylendiğine göre dedeler torunları için ekermiş, cevizlerini torunlar yesin diye. Ama şimdi aşılı ağaçlar var. 4-5 senede ceviz veriyor. Cevizler hakkındaki söylentilerden biri de ağacı evin fazla yanına dikmemek gerektiği. Yaydığı koku insanı ağırlaştırırmış. Sürekli bir uyuma hissi değil, daha çok elini kolunu kıpırdatamamak...
Bilmem bunun cevizin salgıladığı 'juglan' adlı maddeyle bir alakası var mı? Cevizler yerlerine çok kıskanç. Su, besin maddesi ve güneş ışığını kimselerle paylaşmamaktan yanalar. Kökleri aracılığı saçtıkları bu zehirli maddenin yardımıyla başka bitkileri kendilerinden uzak tutuyorlar (allelophatie). Bu yüzden özellikle küçük bahçelere ceviz ağacı (hele o Juglans negra türü ağaçlardansa asla) dikimi yapılmaması öneriliyor. Elma, armut, süs kirazı, krizantem, krokus, zambak, bazı böğürtlen türleri, açelya, rhododendron, petunya, tütün, domates, biber, patlıcan, kabak, kuşkonmaz ceviz ağacına yanaştırılmaması gereken bitkilerden, yani neredeyse çiçeklerin ve sebzelerin tümü. Ağaç kesilse bile kökleri bu maddeyi salgılamaya daha uzun yıllar devam ediyormuş. Hoş, bizim cevize Kıbrıs Kabakları (Chayote) iki yıldır büyük aşkla sarılıp duruyor. Ne kabağa bir şey oldu ne de cevize. Ayrıca sardunya, abelya, aslanağzı, limon nanesi de hayatlarından memnun. Ama o bölgeye diktiğim laleler ve kroruslardan bu yıl hiç ses çıkmadı. Belki de ceviz ağacı yüzündendir, kim bilir.
Romalı ve Yunanlı hekimler ağacın kabuklarından bu maddeyi ayrıştırıp özellikle mantar hastalıklarına karşı kullanırmış. Pakistan'dan Küba'ya ceviz her türlü parazite, deri hastalığına karşı ilaç olarak kullanılagelmiş.
Bugün ceviz kollestrolden eklem sertliğine, erken bunamadan yorgunluğa her derde deva addediliyor.

Ceviz ağacı (Juglans regia), Karpat dağlarından güneyden itibaren Doğu Avrupa ve
Türkiye, Irak, İran'ın doğusundan ve Himalaya dağlarının ötesinde
kalan ülkeleri içeren geniş bir alanın tabii bitkisidir. Vavilov, cevizin
orijin merkezlerine Orta Asya ve Yakın Doğu'yu, Okmanich ise
sekonder merkez olarak Moldavya'yı da ilave etmiştir
Akçaabat (Trabzon) dolaylarında, Pliyosen-Kuvaterner çökellerinde bir
fosil ceviz meyvesi bulunmuştur. Fosil ceviz örneğinin bulunduğu jeolojik birim, Akçaabat-Trabzon'da, Kalanema Deresinin Karadeniz'e döküldüğü yere yakın, vadi içinde
yüzeylenmiştir.

Ceviz ağacı daha yapraklanmadan, Mayıs' ta çiçeklenir. 25-30 m kadar yüksekliğe ulaşabilen, kışın yaprak döken gösterişli bir ağaçtır. Yapraklar tek tüysü, yaprakçıklar tam kenarlı ve
kuvvetli kokuludur. Drog elde etmek için yapraklar Haziran ve Temmuz aylarında toplanır, havadar ve gölgeli bir yere serilerek kurutulur ve ince kıyılarak hava almayan kaplarda saklanır. Ceviz ağacı, Kuzeydoğu ve Doğuanadolu' da yabani olarak yetiştiği gibi, bahçelerde de
yetiştirilmektedir. Yaprakları tanen, eterli uçucu yağ,
juglan (mantar hastalıklarına karşı etkili), C vitamini ve flavonlar içermektedir.
Ceviz yaprağının kan durdurucu-sıkıştırıcı (
astringent), kuvvetlendirici (tonik)
ve bağırsak kurtlarını veya solucanlarını düşürücü (antihelmintik) etkisi
vardır. Yaprak çayı, sindirim bozukluklarında, kabızlıkta, iştahsızlıklarda ve kan temizliğinde etkilidir. Başarıyla kullanıldığı öteki hastalıklar ise sarılıktır.
İştah açıcı, kan şekerini düşürücü ve kuvvet verici etkileri vardır. Deri hastalıklarında antiseptik olarak haricen kullanılır. Ceviz yaprağı kaynatılarak tüm sıraca (
scrofula), frengi (sifilis), egzema
(
mayasıl), uçuk (herpes) ve raşitik hastalıklarda, kemik çürümesinde,
kemik deformasyonunda ve ayrıca, iltihaplı el ve ayak tırnaklarında
kullanılabilen çok etkili bir banyo katkısı elde edilir. Favus ve uyuz hastalıklarında hasta bölgeler taze ceviz yaprağının kaynama suyu ile yıkandığında kısa sürede düzelme görülecektir. Bu suyla
yapılan banyolar, yıkamalar, ergenlik sivilcesine, iltihaplı egzemalara, ayak terine ve kadınların akıntılarına iyi gelir. Ağız boşluğu iltihabı, dişeti, boğaz ve gırtlak hastalıklarında gargara yapılmalıdır.

Ceviz yaprağının kaynama suyu banyo suyuna eklendiğinde donuk kabarcıkları iyileşir. Ceviz yaprağı kaynama suyu, hızlı saç dökülmelerinde de kafa derisine friksiyon yapmakta
kullanılır. Bu sıvı ayrıca kafa bitine karşı da çok etklidir.

Haziran ortasında toplanan cevizlerden mide, karaciğer ve kanı temizleyen, mide yorgunluğunu ve bağırsak çürüklüğünü gideren çok etkili bir ceviz tentürü elde edilir. Bu tentür, ayrıca kan koyuluğuna karşı da çok yararlıdır.

Kullanım Biçimleri:

Çay: Yarım veya bir tatlı kaşığı ince kıyılmıs yaprak 1 su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, 4-5 dakika demlendirilir ve süzülür... Gün boyunca 1 veya 2 bardak yudumlanarak içilir.

Banyo ve Yıkama Katkısı: Tam banyolar için; iki büyük avuç ince kıyılmış yaprak aksamdan 2-3 lt suya eklenir. Sabahleyin hafif ateşte 4-5 dakika kaynadıktan sonra süzülür ve banyo suyuna
eklenir.
Gerektiğinde bitki miktarı bir misli arttırılabilir.


Tentür: Haziran ortasında, 20 kadar taze ceviz dörde bölünerek bir cam kavanoza koyulur ve üstüne 1 lt konyak eklenir. Konyak cevizlerin üstünü en az bir parmak örtmelidir. Ağzı iyice kapanan kavanoz 14 gün boyunca güneşte veya sıcak bir ortamda, arada bir çalkalanarak
bekletilir. Sonra süzülerek koyu renkli şişelere doldurulur. Gereğine göre 15-20 damla alınır.

Bahçede iki ceviz ağacımız var. Birini normal ceviz diye aldık, diğerini ise aşılı ve bodur diye. Ama her ikisi de bu yıl meyve verdi. Aşılı diye bildiğimiz daha çok (belki 8 belki 10 adet), öteki daha az. Bir de söylentilere göre suyu çok seven ceviz, ayaklarının ıslak kalmasından da nefret edermiş. Oysa bizdeki aşılı olan kışları akan deremizin yanı başında serpilip duruyor. Bakalım ne olacak.
Bu arada ceviz (Juglans), cevizgiller (Juglandaceae) ailesine mensup. Üst sıralama Fagales.

Güneş içeri doktor dışarı derler ya aynısı ceviz için de geçerli. Çok değil günde yalnızca 4 ceviz yemek, özellikle sinsi hastalıklara karşı ciddi bir önlem. Mesela kemik erimesini durdurmakla kalmıyor, kemiklerin yeniden sağlamlaşmasına da yol açabiliyormuş. Şeker hastalığı, kolestrol, artrit vs vs...

18 Temmuz 2006

Ortanca

Çit-Çalı


Etiler'in eski halini hatırlayanlar bilir, bir ortanca cennetiydi. Soğuk kışları, serin yazları ve en önemlisi, bol rüzgarıyla Etiler sanki ortancalar için yaratılmış bir tepeler semtiydi. En muhteşem ortancaları orada gördüm (bir de Anadolu Kavağı'nda; ama oradakiler tek bir insanın ortanca hastalığına yakalanmış olmasından da olabilir).
Güney Ege'nin bu sıcak ikliminde de ortancalar rahatlıkla yetişiyor. Tenekelerde bile (tenekede çiçekler pek büyümüyor olsa da). Yalnız kesinlikle güneş görmemeliler ya da çok çok az görmeliler. Tam gölge onlar için ideal, hele de rüzgara nazır bir gölgelikse ortancalar tüm bir yaz çiçekleriye ortalığa neşe saçacaktır. Toprak isteklerine gelince: Asitli toprak dediklerinden, o da her ne demekse. Ama etraflarda çam ağaçları var da yere bol bol iğne atıyorlarsa o bakımdan da endişeye gerek kalmıyor. İğnelerin olduğu yerde toprak, bilindiği gibi, asitlidir.
Ortancaların çiçekleri genelde pembe ve tonlarında olur. Beyaz ve kırmızı da ayrı türler galiba. Ama mavi tonlarında çiçek elde edilmek isteniyorsa bunun bir iki hilesi varmış. Kimileri sirkeli sularla suluyor, kimileri sulama suyuna çivit katıyor. Denemedim, bilmiyorum.
Bu sene bahçedeki iki ayrı bölgede yetiştirdiğim ortancalar iki farklı tepki gösterdi. Öğleden sonra güneş görüp su vermeyi genelde unuttuğum ortancalar sırf çiçeğe boğuldu. Nispeten büyük çiçekler. Sabah güneşi gören, bol su verdiğim ama altından geçen drenaj borusu yüzünden suların akıp gittiği ortancalar boyumu geçti ama çiçek hemen hemen hiç açmadı. Acımasızca yarısını kestim. Şimdi gene yapraklanıp biraz serpildi ama hala çiçek yok.
Ortancaları çoğaltmak çok kolay: Budanmış sapları toprağa dikip suluyorsun. Hepsi bu. Budama sırasında ben galiba bir hata yapıyormuşum. Genelde çiçekleri soldu mu, yani sonbaharda yerin bir karış üstünden kesiveriyordum, tabii gözlere zarar vermeden. Ancak okuduğuma göre tüm yapraklarını dökmüş, ama kurumuş çiçekleri üstünde kalan bitkiyi taa yeniden yaprakları filizlenene kadar, yani Şubat başlarına kadar ellememek gerekirmiş. Sabredebilirsem bu yıl deneyeceğim.
Bu arada ortancalar da Doğu Asya kökenli, Japonya, Çin yani. Himalayalar ve Endenozya. Ortancagiller diye bir aile var mı, bilmiyorum, ailesinin Latince adı Hydrangeaceae.

04 Temmuz 2006

Sardunya

Saksı Bitkisi



Sardunya (Pelargonium) için fazla söze gerek var mı? Eski yağ tenekelerinin içine yerleştirilmiş, her evin vazgeçilmez süsü. Çok da mütevazı. Ne toprak, ne su... Her şey onun için yeterli. Üstüne yağan kar 1-2 günden fazla kalmazsa kara da itirazı yok. Hafif donlar da umurunda değil. Dalını kırıp başka bir saksıya batırın, orda da yaşamayı sürdürür. Ve en geniş renk yelpazesi içinde çiçeklerini açar da açar. Çiçeklerinin bir de katmerlisi oluyor, insan bilmese ortanca sanır. Saksıdansa toprakta yaşamayı yeğliyor, o zaman boyu neredeyse 1,5 metreyi buluyor. Çok çiçek açması için bol da güneş görmesi lazım.
İnternette bulduğum azıcık bilgiye göre:
  • 20 gr. sardunya çiçeğini 1 litre suda haşlayınız.Uygun sıcaklık elde edilince, ılık şekilde, kompresi gözlere gazlı bez veya pamukla uygulayınız. (kızarmış gözler için)
  • kediler için zehirli
  • VÜCUTTA ÇIKAN ÇIBANA karşı (...) Diğer bir tedavi yöntemi de çıbanın üzerine sardunya çiçeği yaprağının akşam yatmadan önce bağlanmasıdır. Sabah çıban kaybolur. (Kırklareli sayfasından)
Sardunyanın parlak yapraklısı sakız (Pelargonium peltatum), dantel yapraklısı ıtır (Pelargonium radula), benim ellerimde ertesi seneyi çıkartamayanları ise canan (Pelargonium domesticum) oluyor. Sakızlar özellikle pencere kenarlarındaki saksılardan aşağıya sarkmaya bayılıyor. Onların su ihtiyacı da daha fazla, renk cümbüşleri de inanılmaz. Rutubetli, soğuk havalara da hiç itirazları yok, hatta sardunyadan farklı olarak fazla güneşi sevmiyorlar.
Itırlar (Pelargonium radula) kokularıyla hemen fark ediliyorlar. Ben onları sık sık budayıp dallarıyla, çiçekleriyle dolapların içine tıkıştırıyorum. Hem dolap içleri uzun süre mis gibi kokuyor hem de karınca, güve vs dolabın içine girmek gibi bir eylemde bulunmuyor.
Cananların yaprakları bildiğimiz sardunlardan farklı olarak daha üçgenimsi ve uçları hafif tırtıllı. Her sene renklerine dayanamayıp bir iki saksı alıyorum ama sonu hep hüsran oluyor. Galiba fazla sıcağı da soğuğu da sevmiyorlar. Çok da su istiyorlar. Ben onlara biraz sıradan sardunya muamelesi yapıyorum galiba ama anlaşılan onlar gibi her muameleye eyvallah demekten çok uzaklar.