05 Haziran 2009

Lavantin _ Santolin

çalı
Yazın fazla suyla karşılaştı mı kuruyup giden, bütün gün üzerinde güneş olanca haşmetiyle parlamadı mı keyfi kaçan tipik bir Akdeniz bölgesi bitkisine en iyi örnek lavantin, nam-ı diğer santolin ya da Kıbrısotu (Santolina chamaecyparissus), çocukluğumun bitkisi. Yanından geçerken avuçlamamak mümkün değil ya da ucundan koparıvermek. O ne güzel kokudur...
Bahçede hemen taş kenarlarına diktim. Şubat ayında neredeyse dipten budamak gerektiğini bilmediğimden kısa zamanda küçük tepecikler oluşturdular. Gölgede kalanlar ya da suyla fazla temas edenler ise bu baskıya dayanamayıp kurudular. Kalan sağlar yeni fidanlarla kısmen takviye edildi. Yemyeşil bir bahçede gri renkleri gözleri dinlendiriyor. Sebze bahçeleri için de ideal bir kenar süsü. Her keskin kokulu bitki gibi böcek, karınca vs kaçırıcı bir etkisi var. Ama galiba örümcekler de benim gibi bu çiçeği seviyormuş.
Herkes bu bitkiyi çelikten çoğaltmak çok kolay diyorsa da ben henüz başaramadım. Bu yıl bir kere daha şansımı deneyeceğim.
Lavantinin papatyagillerden (Asteraceae) olması doğrusu benim için bir sürpriz oldu. Adından, ayrıca o keskin kokusundan dolayı ben onu hep lavantayla eş tutardım. Fark etmez, ben gene de ona lavanta muamelesi yapıyorum. Budayıp budayıp dolaplarımın içine, halıların altına atıyorum. Güveleri ve diğer haşereleri uzak tutsun diye. Doğru mu yapıyorum, bilmiyorum ama hiç değilse dolapların içi daha az küf kokuyor.
Fiziksel Özellikleri: Santolina gri rengi ve 30-60 cm arasındaki boyu ile herdem yeşil bir yer örtücüdür. Bitkinin yayılma genişliği 1 m kadardır. Gri renkteki görüntüsünü, ibreli bitkilerinkini andıran beyazımsı gri renkli küçük ve kokulu yapraklarından alır. S. chamaecyparissus’ un bahar aylarında başlayıp sonbahara kadar yayılan bir çiçeklenme periyodu vardır. Çiçekleri parlak sarı renkte olup 0,5 cm genişliğinde ki küçük çiçeklerin bir araya gelmesi ile grup halinde büyüklüğü 1-2 cm’ ye varan bir görüntüdedir. Hava sıcaklığının çok düşük olduğu yerlerde don zararına maruz kalabilir ve kışın neredeyse ölmüş bir bitki gibi görünür, dipten budandığı takdirde bahar aylarında kendini toparlamış olarak yeniden yeşerir ve sağlıklı görüntüsüne bürünür. Santolina çok hızlı büyüyen ve yayılan bir bitkidir, eğer yaşlı bitkilerde açılamalar ve cansızlıklar tespit edilirse, bu bitkilerin budanarak kendilerini yenilemelerine izin verilmelidir.
Işık: Santolina güneşli mekanlardan hoşlanır, özellikle set yüzeylerden yansıyarak gelen sıcaklığa dayanıklıdır. Yarı gölge yerlerde de yetişebilir ama gölge oranı belirli seviyenin üzerine çıktığında görüntüsünde açıklıklar ve cılızlık olur.
Su: Su isteği ortalama bir bitkininki gibi olan Santolina kış aylarında daha az su ister, yazın haftada bir sulandığında bitki daha canlı görünür ve daha çok çiçek verir.
Toprak: Her tür toprakta yetişir.
Üretim: Üretim çelikle yapılır.


Lavantinin şifalı otlar arasında da yeri varmış.
Sinirleri teskin eder ve zamanla kuvvetlenmesini sağlar.
Sinir zafiyeti, melankoli, sinir krizleri, sinir yorgunluğu, migren, baş ağrısı ve baş dönmesi hallerinde çok fayda verir, öfke, kızgınlık halinde insana sükunet ve normal düşünme im­kânı verir. Kalbi kuvvetlendirir ve çarpıntıları giderir. Tansi­yonu düşürür, imtihan veya konuşma sırasındaki heyecanını yenmek için çok fayda sağlar. Aşırı heyecanı giderir.

03 Haziran 2009

Begonya


Evlerimizin vazgeçilmez çiçekleri begonyaları salatalık, kavun, karpuzla bir tutmak mümkün mü? Bitki sınıflandırmasını yapanlara göre mümkün. Begonyagiller (Begoniaceae) olarak Cucurbitales takımına sokulmuşlar. Oysa yaprakları bile ne kabağa ne karpuza benziyor. Begonyalar kendi aralarında da birbirlerine hiç benzemiyor. Ayrıca yer altındaki kökleri de birbirinden farklı: İpliksi köklü ve küçük çiçekli begonyalar (örneğin Brezilya kökenli Begonia semperflorens); çok büyük çiçekli yumru köklü begonyalar ve rengarenk süslü büyük yapraklı, kök saplı begonyalar. 1500 farklı türü var. Koleksiyon meraklıları için bire bir. Yaprak güzellikleri gözönüne alındığında yapanları kesinlikle anlıyorum.
Begonyaları hep sevmişimdir. Özellikle meşe begonyasını (Begonia corallina?). Görmeye alıştığım canlı ve heybetli formuna ne yazık ki bu iklimde bir türlü kavuşamadı. Taze yapraklar hep çıkıyor da alttaki yapraklar hemen dökülüveriyor. Önce bunun bitkiyi kışın da dışarıda bırakma inadımdan kaynaklandığını düşündüm. İçeri aldım. Sonuç gene aynı oldu. İki ayrı saksıya ektim, birini hep dışarda bıraktım, birini hep içerde. Ölmediler ama muhteşem de olmadılar. Bu yıl farklı bir yöntem deniyorum. Mevsimlerden yaz olduğuna bakmayıp bir saksıyı içeri aldım, aydınlık ama güneş görmeyen bir yere. Diğerini dışarda, sabah güneşinin ancak şöyle bir yalayıp geçtiği bir köşeye koydum. Sonucu merakla bekliyorum. Galiba işin sırrı sulamada. Saksıdaki toprak neredeyse kupkuru olduğunda su vermek ama toprağın iyice kuruyup kalmasına da izin vermemek. Tropikal bölge çiçekleri olmalarına karşın güneşten pek hoşlanmadıklarını da yeni öğrendim. Bol ışık olacak ama güneşin sıcaklığı yapraklarına değmeyecek.
Hem meşe hem servi begonyasının (Begonia albopicta?) iyi tarafları, çoğaltılmalarının çok kolay olması. Tıpkı sardunyalar gibi neredeyse tek bir yaprağı toprağa batırmak yetiyor.
Bu arada başka tür bir begonyanın bahçede bordür olarak kullanıldığını eklemeliyim. Denemedim.

01 Haziran 2009

Sukabağı _ Lagenaria siceraria

bir yıllık sarmaşık


Bir bitki hakkında bilgi toplamaya çalışırken karşıma yalnızca İncil, Tevrat, Kuran değil, Çin ve Japon kutsal kitapları da çıkıyorsa ister istemez bu bitkinin en az insanlık tarihi kadar eski olduğunu düşünmeden edemem. Sukabağı (Lagenaria siceraria) işte tam böyle bir bitki. 10 bin sene önce varolduğu söyleniyor (ki bu benim için hiçbir şey ifade etmediğinden şöyle bir baktım: Sümerler MÖ 3500-2000 yılları arasında yaşamış; Yukarı Mısır'daki en eski bulgular MÖ 6000 yılına aitmiş; Eski Çin Medeniyeti de yaklaşık aynı tarihlerde; Türklerin Asya'dan göçü MÖ 3000'lerde; bir de şu sayfaya bakılabilir: http://www.evrimteorisi.org), daha doğrusu 10 bin yıl önce anavatanı Afrika'dan deniz yoluyla Amerika ve Asya'ya gezip yerleşmeye gitmiş., insanın da yardımıyla. Sert kabuğu bilindiği gibi suya dayanıklı, içindeki tohumlara da 1-2 sene hiçbir şey olmuyormuş. Sonuçta kabakgillerin (Cucurbitaceae) bu mütevazi üyesi, insanlar tarafından hem yemek hem de kullanım aracı olarak ekimi yapılan bildik en eski bitkilerden. Saklama kabı, tas vs olarak kullanıldığı gibi nazara karşı omuzlara da asılıyor. Suda batmadığı için denizlerde can yeleği yerine kullanılıyor (çocukluğumuzda değil simit, araba lastik içlerinin bile bulunamadığı yerlerde aynı kullanım şekline rastlamak mümkündü). Herhalde şekli nedeniyle Çin'de, dolayısıyla Japonya ve Kore'de, yani Doğu Asya'da sukabağı toprak ve gökyüzünün, yani evrenin simgesi (daha ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.east-asian-history.net). Hint mimarisindeki pencere oyuklarının o tuhaf şekline modellik eden yine sukabağı (cinlerin, kötü ruhların eviçlerine girmesini engellemek için). Bütün bunlar şöyle yüzeysel bir bakınma sonucu bulduklarım. Kendi geleneklerimizde kimbilir neler vardır. (Bu noktada hiç adetim değilken reklam yapmak istiyorum, çünkü ürünler hoşuma gitti: http://www.lekabbak.com. En azından süsler ölmesin.)
Bunun dışında bu bitki hakkında ne söylenebilir... Tabii her şeyin üstünde bir de çalgı aleti olarak kullanılmasının dışında...
Tohumları Nisan-Mayıs arasında ekilen, boyu beş metreyi aşan bir yıllık bir asma. Yaprakları meşe yaprağı gibi, ama hafif tüylü. Çiçekleri beyaz. Ağustos sonunda meyveler, daha doğrusu kabaklar şekillenip ortaya çıkıyor. Su istiyor, güneş seviyor. Ve tabii kabakgil üyesi olarak gübreye doymuyor.
Ve de kendimi tekrarlamak pahasına: Bir bitki hakkında bilgi edinmek için internette gezinirken beni Türklerden Çinlilere, evrim teorisinden İncil'e, Tevrat'tan müzik aletlerine, folklor araştırmalarından pipo yapımına, Afrika'dan Avusturalya'ya, Keltlerden Kızılderililere, Şamanizmden Sümerlere... bu kadar çok yere götüren başka bir bitkiyle karşılaşmadım. Neyse ki bu yıl ihmal etmeksizin kabaklarımı dikmiştim. Şimdi büyüyorlar. Çevremi o korkunç hızlarıyla sarmalarını artık sabırsızlıkla ve biraz da huşu içinde bekliyorum.