04 Ekim 2009

Nasıl Bir Bahçe...








İçinde çok sayıda ve farklı türlerde mandalin, portakal, limon, ayrıca erik, şeftali, dut, bir de badem ağacı bulunan yaklaşık 3 dönümlük bir bahçeye yerleştiğimizde çevremizdeki tüm fidanlıklar bayram etti. Çılgın gibi bitki topladık. Bir yandan meyve çeşitlerini arttırırken, bir yandan da komşuda, çevrede, bölgede neden hoşlandıksa hepsini bahçeye gömdük. Düşünmeden, bilmeden, planlamadan her şeyi ektik. Kuruyanların yerine yenisini ektik. Ancak birkaç sene sonra biraz durulur gibi olduk. Aradan geçen yaklaşık 10 yılın sonunda günahlarımızı, sevaplarımızı sıralayabilme noktasına ulaştık.

Yeniden bir bahçe yapacak olsam neler yapmam?
Her şeyden önce kitaplardaki bir uyarıyı çok ciddiye alırım. Küçük bir fidan olarak toprağa dikilen bir bitki doğası gereği büyüyor. Ne kadar büyüyebileceğini, altında kalan bitkileri ne şekilde etkileyeceğini, sağındaki solundaki bitkilerin güneşine engel teşkil edip etmeyeceğini bilmeden hiçbir şey ekmem.
Ekeceğim bitkinin önce özelliklerini araştırırım. Çok su, az su, güneş, gölge; dona, rüzgara, aşırı yağmura, aşırı sıcağa dayanıklılık; komşu bitkilerle ilişkisi; hastalanma ve böceklenme sıklığı ve şekli...
Bitkilerin yalnızca gökyüzüne doğru yükselmekle kalmadığının, köklerinin de yer altında büyüyüp güçlendiğinin farkında olarak davranırım. Asma, passiflora, hanımeli, acem borusu, mavi sarmaşık gibi bitkileri ekerken yayılma heveslerini engelleyecek tedbirler alırım. (Asmayı da asla yazın bütün günü geçirdiğim terasın üstüne değil, ara sıra kahve içmek için oturduğum küçük bir kameriyenin çevresine dikerim. Pislik, sinek ve arı dersem ne dediğim anlaşılır mı acaba?)
Her şeyden önce bahçede güneşin nereden doğup nereden battığını _yaz ve kış farkını da unutmadan_ öğrenirim. Kışı sağ salim geçirmek için bana gereken güneşi önüme aceleyle diktiğim ve daha şimdiden umulmadık büyüklük ve genişliğe ulaşmış bir yenidünya ağacı yüzünden geç hissetmek hiç hoşuma gitmiyor. Hele Aralık ayının 21'inde, yani en kısa gün bana uzanacak güneşin hanımelllerine takılıp kalmasına da çok kızıyorum. Tabii kendime kızıyorum. Hanımelini severim. Onu tam da kış güneşini kapatacak yere kendi ellerimle diktim. Zavallı hanımeli bu yüzden yaz sonları öyle bir budanıyor ki baharda korkuyla bekliyorum, ya çiçeklerini açmazsa...

Bahçe Zararlıları
Bahçeyi bahçe yapan yalnızca çiçekler ve ağaçlar değildir. Arıları, kuşları, karıncaları, sinekleri, solucanları, kaplumbağaları, kurbağaları, kertenkeleleri (hatta bukalemunu), yılanları, çıyanları, fareleri, kirpileri, akrepleri, salyangozları... Ayrıca kedileri ve köpekleri... Bunların hepsi ve daha bilmediklerim bahçenin parçasıdır ve bahçe düzenlenmesinde kesinlikle hesaba katılmalıdır. Zararlı hayvan yoktur iddiasında bulunmak için emek emek ekilip heyecanla filizlenmesi beklenen tohumların kuşlar tarafından nasıl yendiğini gözlemlememiş olmak gerekir. Her şeye rağmen filizlenen fasulyeler ise anında kaplumbağalar tarafından afiyetle gözdeye indirilir. Kaplumbağaların sevdiği gıdalar arasında çilek de var ve ben saf saf çileklerimin olgunlaşmasını beklerken kaplumbağaların benim kadar sabırlı olmayıp çilekleri yeşil yeşil gövdeye indirdiklerine tanık olduğumda aradan beş sene geçmişti. Fareler de narenciye hastası. Portakal-mandalinanın içlerine, limonun kabuklarına bayılıyorlar. Toplanmayan her badem muhtemel sincapların midesine iniyor. Köpekler toprak eşelemeye bayılıyor. Kediler için her ağaç gövdesi tırnak törpüsüne eş. Hele bazen ağaç üstünde yarışmaya kalkmıyorlar mı... Ya da kedi peşine düşmüş bir köpeğin devirdiği saksıların, yıktığı setlerin hesabı tutulabilir mi?
Kıymetli sukkulentlerimi yiyen salyangozlar, güllerin yapraklarını kemiren çekirgeler, adını bilemediğim böcekler, bitler, mantarlar...
Gene de bahçenin zararlısı yoktur. Denge olduğu sürece. Zehirlerle çeşitli populasyon dengeleri bozulmadığı sürece. Bitkileri ekerken birbirini koruyanları yanyana ekebildiğimiz sürece. Latin çiçekleri örneğin bütün bitleri üstüne çektiği için harika bir sebze bahçesi bordürü olabilir. Nane ve sarımsak, güller ve diğer tüm gülgilleri düşmanlarından koruyabiliyor. Kum, salyangozların gezinme alanını daraltabiliyor (bir de bir filmde gördüm, elma dilimleri de salyangozları üstüne çekip onların mesela orkidelere dadanmalarını engelliyormuş).
Gene de bazen hayvanların bitkilere acımasızca saldırıları karşısında sabrım taşmıyor değil. O zaman da alıyorum elime ilaç pompasını, basıyorum zehiri: Arap sabunu ve ispirto, biraz karbonat. Suda bekletilmiş lahanın suyu... Göztaşı ve kireç... (yani bordo bulamacı). Arılar sakın ölmesin.
Her ne kadar bahçe faaliyetimin yarısı ot yolmak üzerine kurulmuşsa da zararlı ot diye bir şey de yoktur. Ancak belli bölgelerde yetişmesini istemediğimiz, kıymetli bitkilerimizin besinlerini çalacağını, köklerini sıkacağını düşündüğümüz diğer bitkiler vardır. Zararlı ot yoktur, azimli ot vardır ve onlar olmasaydı gezegenimiz çoktan her türlü bitki örtüsünden muaf, suni oksijenle ayakta durmaya çalışıyor olur, biz insanlarsa bir evrim daha geçirip ciğer yerine solungaç kullanıyor olurduk. İnanmayan herhangi bir araziye yığılmış bir toprak kümesini birkaç sene boyunca incelesin.
Ben gene de yoluyorum. Yolamadığım yerleri de örtüyorum. Benim ardımdan bahçeyi devralacak kişi çapa yapmaya başladığı an hakkımda kimbilir neler düşünecek. Kitaptan dergiye, gazeteden mukavvaya, kilimden tişörte, yün kazaktan deri ayakkabıya... Çalı diplerinde neler yok neler. Bir iki naylonu saymazsak zamanla kesinlikle toprağa karışacak ürünler. Bu arada muz yaprakları... Hiç başedemediğim geniş alanlara Cezayir menekşesi diktim ya da telgraf çiçekleri, hatta çilek. Tavsiye ederim. Altlarındaki her şeyi bastırıyorlar.
Tertemiz sürülmüş bir toprak kadar ruhumu dinlendiren tek şey önümde alabildiğine uzanan denizse de bahçemde gözler toprağı boş yere arar. Bir tek narenciye ağaçlarının altları her bahar açılıyor, sulama kolay olsun diye. Bence toprak çıplak olmaktan utanıyor. İnanmayan insan eli değmemiş orman köşelerinde bana boş, çıplak toprak parçası gösterebilmeli. Çıplak toprak evrenin en büyük zararlısı insanın irade gösterisidir. Çarpık bir düzen ve temizlik anlayışının sonucudur.
Bahçemde budama artıkları da esas olarak yakılmıyor, belli yerlere yığılıyor, küme küme. Altları kimbilir hangi hayvan ya da hayvanlara kışlık barınak vazifesi görür umuduyla. Zamanla toprağa karışıp bereketi arttırması da ekstrası. Toprak toprağa...

Nasıl Bir Bahçe

Hiçbir zaman insanlara parmak ısırtacak bir bahçeye sahip olamayacağım anlaşılan. Tek yapabildiğim pis görüntüyü biraz örtbas etmek. Çiçek açan bitkileri biraz daha göz hizasına yerleştirmek. İtiraf etmeliyim ki yaz sonunda bahçedeki kalabalık, içiçe geçmiş bitkiler bana hafif sıkıntı veriyor. Sakin bir bahçede olmayı diliyorum. Her şeyin az ve yerli yerinde olduğu, aşırı bakımlı bir bahçede. Veya tek bir rengin hakim olduğu bir bahçede. Veya bir Japon bahçesinde. İlkbaharla birlikte bahçeyi temizleyip seyrekleştirme kararı alıyorum. Ve sonra bahçenin bir köşesinde gözüme bir bukalemun ilişiyor. Ardından kızıl gerdanlar yazlıklarından uçup geliyor. Hayvanlar bahçeyi seviyor. O kargaşada kendilerini mutlu hissediyorlar.
Benim irademin ne önemi var...

Ama başka bir bahçeye taşınırsam kesinlikle açgözlülük etmeyeceğim. Tabii aynı iklim kuşağında kalırsam.
Yeni bitkilerle karşılaşırsam da kendimi tutabilir miyim?
Belki de bir Japon bahçesi...
Ne iyi olurdu...

Hiç yorum yok: