28 Ekim 2009

Defne

çalı, ağaççık


Bitkiler aleminde defne (Laurus nobilis) denilince akan sular durur. Tipik bir Akdeniz bitkisi olması dışında mitolojide, en azından Batı mitolojisinde Apollon'un başındaki taçtır. Bir de hikaye anlatılır. Apollon su tanrıçalarından Defne'nin peşine düşer. Kız kaçar, o kovalar. Sonunda kız babasından yardım ister, o da onu bir çalıya dönüştürür. Apollon da o çalıdan başına bir taç örer. Sonra Roma imparatorları da taç yerine kafalarına defne yaprağı takar. Doğu mitolojisinde de yeri varmış. Ölümsüz olmak isteyen bir adama tanrılar şu defneyi kesersen isteğin yerine gelecek demişler. Ama kestikçe yeni dallar çıkmış. Biraz Sisyphos efsanesine benzedi ama Çince'de çok zahmetli iş ya da boşa çaba anlamına gelen 'defne kesmeye kalktı' şeklinde bir deyim de varmış. Defne bizde güzel bir isim olma dışında masallara konu mu bilmem, bu konuda ne yazık ki kaynak bulamadım. Bizim burada toplanıp (ormanda kendi kendine yetişen çalılardan, bunun için kimse özel yetiştirmiyor) kurutuluyor, sonra satılıyor. Yemeklerde kullanıldığına hiç şahit olmadım, yani burada, bu köyde.
İnsan evinin yakınlarında mutlaka bir defne çalısı bulundurmalıymış, yıldırım çarpmasın diye. Çevremiz defne kaynadığından biz de defnemizi bahçeye değil, saksıya ektik. Saksıda olmasına karşın hiçbir talebi yok. Yazları sulamayı unutsam ses çıkartmıyor. Kışları don korkusu nedir bilmiyor. Güneş seviyor ama yazın aşırı güneşte yaprakları lekelenebiliyor, yani yapraklarda kara kara lekeler oluşuyor.  Bunun başka bir hastalık olduğunu sanmıyorum. Böcekler de sanırım pek fazla yanına uğramıyor. Bir de budamasını öğrensem de çiçek açsa...
Bu arada defne defnegillerden, yani Lauraceae ailesinden. Ailenin bildiğimiz diğer bir üyesi avocado (Persea americana). Bu tamam, buna hiç itirazım yok. Ama diğer üyesini okuyunca geröekten şaşırdım. Mutfaklarımızın, özellikle tatlılarımızın baş tacı: Tarçın (Cinnamomum).


Tanımlaması
Akdeniz'e özgü bir bitki olan defne, genelde 2-6 m boyunda bir çalı veya ağaçtır, ama boyu 10 metreyi bulabilir. Gövdesinin alt kısmı gri, üst kısmı yeşildir. Yaprakları 6–12 cm uzunlukta ve 2–4 cm genişliktedir. Yapraklar kokuludur, şekilleri mızrak ucu gibi, kenarları dalgalı, üst yüzleri koyu yeşil, alt yüzleri açık yeşıldir. Çiçekleri 1 cm çapında olup açık sarı veya yeşildir, sapın aynı noktasından 4-5 tanesi birden çıkarak birer öbek oluşturular. Bu çiçek öbekleri yaprağın yanında çift olarak açarlar. Ağaçlar erkek ve dişi olarak ayrılırlar. Meyvesi yaklaşık 1 cm çapında, içinde tek bir tohum barındıran siyah bir yemiştir. En büyük düşmanı yaprak bitidir.

Tıbbi yararları
Yorgunluk, bronşit, uyutucu, mikrop öldürücü, hazım ettirici, spazm çözücü, mide bağırsak gazı söktürücü, idrar söktürücü, nefes açıcı, terletici, hazmettirici ve uyarıcı özelliği vardır. Soğuk algınlığı sebebiyle meydana gelen kırgınlık, romatizma, ağrılarına faydalıdır. Hamilelere yasaktır. Ağrıların sebeplerini doktora baş vurarak muhakkak öğrenin.



Önerilen kullanım şekli
*Defne yaprakları keskin kokusu ile ağızda çiğnenirse ağız kokularını yaraları giderir. Baharlı lezzeti ile sindirim salgılarını arttırır.
*Diş ağrısını dindirmek için 2-3 yaprağını sirke ile kaynatıp dişe gargara yapın.
*100 gr defne yaprağı 1 litre suda kaynatılarak günde 1-2 fincan içilir.
*Meyvesinin iki tanesi dövülür, yenirse sancının her çeşidini keser. Bağırsak ağrısını dindirir. Sonra sebebini öğrenmek için doktora baş vurun.
*Meyveleri idrar söktürücü ve romatizma ağrıları gidericidir.
*Güneşte kurutulmuş meyve ve yaprakları toz haline getirilir. Her türlü zehirli hayvan ısırığı, arı sokmasında faydalıdır.
*Defne sabunundan mikrop öldürücü özeliğinden dolayı cilt mantarlarında, saç dökülmesini yavaşlatmak için kullanılır.
*4 avuç dolusu defne yaprağı 1 kuvvet kaynar suya suya atılarak ılınınca bu su içinde 1 saat oturup banyo olarak da uygulanabilir. Bu banyo soğuk algınlığı sebebiyle meydana gelen her türlü ağrılara ve bayanlarda adet zamanı sancıları ile basit vajinal akıntılarda faydalıdır. Bedeni uyarır zindeleştirir.
*Bitkinin meyvelerinden yapılmış olan defne yağı, bedende anjin, (boğaza haricen sürülür) romatizma, sinüzit nedeniyle ağrıyan yerlere sürülerek rahatlama sağlanır.
*10gr defne tohumları balla macun yapılır. Kaşık kaşık yenir. Baş ağrısına, romatizmaya nefes darlığına iyi gelir.
*Çay olarak içmek için 5 bardak kaynar suya 2-3 yaprak atılır. 2-3 dakika kaynatılır. 10 dakika beklenir. Yemekten sonra veya yemek araları günde 2-3 fincan içilir.
*Hazmettirici ve uyku için 3 bardak suya 2 yaprak konur 3 dakika kaynatılır. Akşam yemeğinden sonra 1 fincan içilir.
*4 bardak suya 5-10 gr meyve atılır. 1-2 dakika kaynatılır. 10 dakika bekletilir. Günde 3 kere 1 er fincan içilir.
*Anjin, ağız ve yaraları için 4 bardak suya 5 yaprak konur. 3-4 dakika kaynatılır. 5-10 dakika demlendirilir. Gargara yapılır, sinüzit ağrılarının bulunduğu yere kompres yapılır.
*Defne yağı romatizma ağrılarda sürülür.
*Defne sabunu saç dökülmesini yavaşlatır. Deri mantarlarına etkilidir.
*Bir-iki adet taze defne yaprağı fasulye, mercimek, nohut, pirinç gibi kuru yiyeceklerin içine konursa onların kurtlanmalarını önler.
*Et balık yemeklerine güzel koku verir. 2-3 günlükse de bayatlığını alır .

26 Ekim 2009

Kocakarı Hikmetleri 2

Hikmetlere devam*:


Kuşlar
Kümes teli çok pahalı olduğundan meyvelerimizin üstünü örtmek için naylon ağlar kullandık. Sincaplar dallara oturup ağda güzelce delikler açtı, kuşlar da rahatça içeri girdi, gören ağacı kocaman bir kuş kafesine dönüştürdüğümüzü sanır. Büyük annelerimizin yöntemlerine başvurup ağaçların arasında siyah kırnap gerdik. Kuşlar bu tür iplerle gökyüzü arasındaki mesafeyi tahminde zorlanır, aniden uçmaları gerektiğinde kanatlarıyla ipe takılmaktan korkar. Bir ürkütme yöntemi işte. Dallar rüzgarın etkisiyle ileri geri sallandığında ya da içeri (gözüpek) bir kuş girdiğinde naylon ip kolay kolay kopmaz.
Deneyimli kocakarılara göre kuşların genelde talan ettiği çuha çiçeği ve sarı çiğdem, lavanta çalısının dibine ekildiklerinde kuşların saldırısına uğramıyor. Biz lavantayı böğürtlenlerimizin, hatta çileklerimizin arasına ekmeyi düşünüyoruz. Denemekten zarar gelmez. Ama çileklerin büyüklüğünü ve tadını başka yerde yetişen çileklerle karşılaştıracağız çünkü çilek çabuk küser, bu kadar yoğun kokulu bir bitkinin yakınında olmasına kızabilir.

Kediler
Bahçesever bir arkadaşımız kedi naneleri üzerinde yuvarlanan, en güzel Alp çiçekleri üzerine yatıp güneşlenen komşunun kedisinden şikayetçiydi, sonunda ünlü bir gazeteye yazdığı yazıdan bu işe bir çare bulduğu anlaşılıyor: Çimin üstüne bir bisiklet lastiği konulmalı. Kediler bunun bir yılan olduğunu zannedip bir daha o bahçenin yanına bile uğramıyorlar.

Çiçek düzenlemek
'Buket yapma meraklıları bahçesini gözünden sakınanları zorlar' derdi eski botanikçiler, tabii eğer o günlerde de sap çiçek merakı olsaydı. Eski bahçelerin büyük kısmı o günlerde muhtemelen 'serpilecek otlar'a ayrılmıştı, halılar ortaya çıkmadan önce bu otlar ince samanla karıştırılıp hem kokusu hem de fareleri, bitleri, pireleri kaçırmak için her yere serpilirdi.
Bütün suç Hollandalı çiçek ressamlarında. 'Lale çılgınlığı' döneminde muhtemelen soğanların daha iyi pazarlanması amacıyla vazolara çiçekleri ilk dolduranlar onlardı.Üç dalla gerçek sanat eserleri yaratan Japonları çiçek satıcıları hiç sevmiyor olsa gerek. Sap çiçek meraklısı olup da bahçıvan olmayan bir insanın asla eline makas ya da bıçak tutuşturup bahçeye salmayın, özellikle çiçekli çalıların yanına. Bahçede çiçek kalmasını istiyorsanız tek yapacağınız (ayak kelepçeleri de yasaklanmış olduğuna göre) eve doldurulmuş çiçeklerin suda uzun zaman taze kalmasını sağlamak ki yeniden bahçeye taaruzda bulunulmasın.
Aralarına yüksükotu yerleştirilmiş bir demet çiçek suda çok uzun taze kalır. Özel bir kompozisyon nedeniyle yüksük otu görmek istemiyorsanız, yüksükotlarını suya katın. Bunun için bir avuç yaprak ve çiçeğin ya da henüz çiçek açmamışlarsa yalnızca yaprakların üstüne kaynar su döküp bir gece bekletin. Diğer bir yöntem suyun içine madeni para atmaktır. Düğün çiçekleri için vazonun suyuna şeker ekleyin, nergisler içinse suya odun kömürü ya da kafuru atın. Kasımpatının kesilmiş uçlarını önce sıcak suya, hemen ardından çok soğuk suya batırın. Laleler kesilir kesilmez önce gazete kağıdına sarılıp birkaç saatliğine boğazına kadar suda tutulmalı. Nergisleri (diğer bitkiler için zehirli bir madde salgılar, hatta bazı insanlar bile elledikleri an kabarır) mümkünse başka çiçeklerle birlikte vazoya koymamak gerekir. Ama mutlaka konulması gerekiyorsa bir saat ayrı bir suda bekletilmeli, sonra çalkalanmalı. Düğün çiçekleri, glayörler ve aslanağzının en üst gözü koparıp atılmalı.
Funda vazoda susuz haftalarca taze kalır, ne çiçekleri solar ne de yaprakları dökülür, kış ya da erken bahar türleri özellikle. Forsythia ve kış yasemini çiçekleri henüz gonca halindeyken kesilirlerse daha uzun suda kalırlar ve onları da önce sıcak suya batırmak gerekir. Her şeye karşın çiçek açan çalılardan çiçek kesilmesi gerekiyorsa aman yalnızca çiçek açan dal ucu kesilmesin. Eski dalda iki göz kalacak şekilde çiçek açan tüim ucu kesmek gerekir.

Mutfak Çöpleri
İnsanın yediği her şey bitkiler için yararlıdır. Havyar bile iç huzuryla balık ununa karıştırılabilir. Sebzelerin dış kabukları kompoze yığınına karıştırılmadan doğrudan yeşil gübre olarak kullanılabilir; ya küçük küçük doğranmış olarak iki kürek derinliğe ya da bir şey ekilmeden aylar öncesi bir karış derinliğe sererek. Mutfak lavabosunun gideri doğrudan kompoze yığınına akıtılabilir, tabii tabaklardaki et artıkları hariç, yoksa tilkiler, hatta bazen köpekler de et kokusunu aldıkları an tüm yığını hallaç pamuğu gibi atarlar. Bir türlü anlam veremediğimiz bir gariplik de kompoze yığının üstüne attığımız kahve telvelerine hiçbir hayvanın ilgi göstermemesi, telveyi filtre kağıdıyla attığımızda ise telvenin son zerresine kadar yalanıp tertemiz kalmış filtrenin oraya buraya atılması. Bunu tilkilerin bilerek yaptıklarından şüpheleniyoruz. Bize öyle geliyorki tilkiler kendi aralarında şöyle konuşuyorlar: 'Şimdi tavuk yemeye yukarı çiftliğe çıkalım, kahvemizi Boland'larda içeriz.' Ama bir zoolog bize bu konuda saçmaladığımızı söyledi.

Çay yaprakları
Kocakarılar çay yapraklarına bakıp kehanetlerini yaptıktan sonra onları dikkatlice kaldırır ve zamanı geldiğinde kamelyalarının altına gübre olarak koyar. Kamelyalar buna bayılır.

Süt
Süt şişelerini yıkamak gerektiğinde önce ağzına kadar su doldurup onları iyice çalkalayın. Bu sıvı her türlü saksı için harikulade bir gübredir. Yalnız saksılar değil, bahçe de bundan yararlanabilir. Ev duvarı boyunca yükselen sarmaşıklar kurumaya çok müsaittir. Böylece ev kadınının elindeki şişeleri yıkamak için fazla uzağa gitmesine gerek kalmaz

Sabunlu su
Modern bulaşık sabunları çıkmadan önce kocakarılar sabunlu suyun (özellikle soda içeriyorlarsa) çiçek ve sebze tarhlarına dökülmesini tavsiye ederlerdi, özellikle lahanalara çok iyi gelirmiş. Foseptik çukurlaru olup da bizim gibi modern tozları kullanmayı reddedenler, bu çabalarının mükafatını da bu şekilde almış oluyor.

Muz kabukları
Güllerin altındaki toprağa karıştırılan muz kabuklarının güllere çok iyi geldiği hep söylenegelmiştir. Bilim adamları bugün bunu doğruluyor, hızla çürüyen muz kabukları toprağı kalsiyum, magnezyum, kükürt, fosfor, sodyum ve silisik asit açısından zenginleştirirmiş.

Bira
Alışverişe gitmek için hep bindiğimiz otobüste rastlaştığımız Charlie bir keresinde bize ev yapımı biranın artıklarını mutfak camından dışarı boşalttığını anlatmıştı. Dışarda bir sürü çalı gülü varmış. Diğerleri eskisi gibi ağır aksak gelişirken tam cam önünde duran bir tanesi 6 metre 15 santim gibi muhteşem bir boya ulaşmış, öyle ki BBC'den bir adam bu görkemi görmeye bile gelmiş. Bira şişeleriniz dibini de tıpkı süt şişelerinin dibi gibi bahçede çalkalayıp yıkayın. Bahçeniz size teşekkür edecektir. Sanırım birada tüm numara içerdiği bira mayasında.

Ayakkabı
Eski deri çizme ya da ayakkabılarınızı çöpe atmak yazıktır, iyisi mi onları da bahçeye gömün. Deri yararlı şeylerle doludur ve zamanla çürür gider (o korkunç lastik ya da plastik taban hariç, onları da daha sonra alıp çöpe atmalısınız). İnsan terindeki tuzun da yararlı olduğunu belirtelim.

Yumurta kartonları
Yumurta kartonlarınızı iade etmeyin, sakın çöpe de atmayın. Tohum filizlendirmek için daha uygun bir kap bulamazsınız, üstelik de bedava.

Eski Naylonlar
Eski naylonlar sağlam ve esnektir, genç fidanları bağlamak için daha iyisini bulamazsınız.

* * *

Bütün bunları okuduktan sonra  dolup taşan çöp kovalarından şikayetçi olan kaldı  mı? Özellikle bizim gibi çöpleri arabayla en yakın konteynere kadar (ki bu, en az 45 dakika yürüme mesafesi demek) taşımak ya da haftada bir köye gelen çöp kamyonunu beklemek zorunda olan (o da kapıya kadar gelmiyor ama taşıma mesafesi hiç değilse 3 dakika) insanlar için ne büyük bir rahatlık: At bahçeye, göm bahçeye, herkes ve her şey memnun. Bizim köy halkı bu durumda ne yazık ki yakmayı yeğliyor. Eh, onun da en azından külü işe yarar...

* The Old Wives Lore, Maureen ve Bridget Boland

25 Ekim 2009

Kocakarı Hikmetleri 1

Bitki tanıtımına biraz ara verip okuduğum bir kitaptan* kocakarı hikmetleri aktarmak istiyorum. Hikmet lafı ne anlama gelir, bunu ben tam bilmiyorsam da bahçem biliyor çünkü olur olmaz yerlere serili gazeteler, kartonlar, eski tişörtler, ayakkabılar, deri yelekler... olur olmaz yerde biten sarımsaklar... her çalı dibinde duran yağ tenekeleri... olur olmaz sarkan çay poşetleri... huzur içinde oraya buraya atılmış sebze artıkları... ayrıca haşlanmış makarna ya da yumurta suyunu yanlışlıkla lavaboya döken insanlara karşı yükseltilen sesler... beş kiloluk yoğurt kaplarında bekletilen tütünler... kocaman bir çöp bidonunda toplanmış yağmur sularında çürümeye bırakılmış lahana artıkları ve ısırganlar... araba lastikleri içinde biriktirilen sebze artıkları (benim kompoze gübre anlayışım)... evet, bahçe tüm bunları yaşıyor ve hikmetin kerameti bunlar olsa gerek diyor. Sonra beni kırmamak için bütün bunlardan yararlanıyormuş gibi yapıyor, mümkün olduğu kadar az hastalanıp mümkün olduğu kadar çok çiçek açıyor. Ben de kocakarı bilgeliğinde bir hikmet varmış deyip devam ediyorum. Bahçeye gelenler de garipliklere alıştı.
Ama süt kutusunun dibinde kalmış sütü  biraz suyla karıştırıp saksıları suladığımda ya da yediğimiz meyvelerin artıklarını  (narenciye hariç çünkü fazla ekşi, ayrıca çürürken mantarımsı bir şeyler oluşturuyor) yallah diye bahçenin  bir tarafına fırlatıp attığımızda neye uğradıklarını şaşırdıklarını bakışlarından sezmiyor değilim.
Evet, şimdi söz kocakarılarda:


Tohumun azı olmaz
Biri kargaya, biri  serçeye
Biri kurudu kaldı, biri geçti büyümeye

(One for the rook, one for the crow,
One to die ane one to grow)

Döşekli ve döşeksiz fasulye ekimi
Fasulyeleri ekmeden önce tohum yatağına saç ya da kıl serpiştirmeyi bize öğreten bir kocakarı değil, hizmeti yaşlı emeklilerin ve sakatların ayağına götürmek için kendi dükkanını kapatmaktan çekinmemiş bir berberdi. Dükkanını hala özlemesinin tek nedeni de artık yalnız çalıştığı için eskisi gibi saç biriktirememesiydi.
Köyler arası otobüsler kocakarılara rastlamanın en kolay yoludur. Böyle bir yolculuk sırasında bir komşuya berberin bu tavsiyesini aktardığımda kadın hemen atılıp büyük annesinin sırf bu iş için at kılından bir döşeği yolup durduğunu, ayrıca kedi köpeklerinin taranan tüyleri, kendisinin ve çocuklarının saçlarını kullandığını anlatmıştı. Küçük zararlılar bu kıllara takılıp kalırmış, ayrıca at kılı da onları sokup öldürecek kadar sert ve sivriymiş. Çocukken çıplak ayakla at kılından bir divana oturmuş her insan bunu hemen canı gönülden onaylayacaktır. Bilim adamları ayrıca saç ve kılların değerli mineraller ve kimyasal maddelerle dolu olduğunu, başka bir yerden kolayca elde edilemeyecek iz elementler taşıdıklarını da tespit ettiler.

Lahana dikerken
Taze lahana fidesini dikmeden önce kökler yaldızlı kağıtla sarılmalıymış, lahana sineği kurtları böylece oradan uzak dururmuş. Fidenin etrafına, yaklaşık 10 cm uzağına, zifte batırlmış bir ip dolanmalı ya da gene zifte batırılmış keçeden bir halka geçirilmeliymiş, bu da kurtçukları uzak tutarmış.

Havuç dikerken
Havuç sineğine karşı naftalin topları ezilip toprağa karıştırılmalıymış. Sineklerin bulutlar halinde gezdiği yerlerde bile etkili bir yöntem. Sıralar arasında, tohumlardan 5'er cm uzağa katrana batılrılmış bir sicim de aynı işi görebilir. Özellikle tohumu toprağa atmadan önce ilk öneriyi uygalamayı unutanlar için bire bir.

Maydanoz dikerken
Genelde kokulu otları ekmeden önce toprağa biraz kül karıştırılması önerilir. Ancak bu yöntem maydanozlar için ölümcüldür. Dalgınlığa kurban gitmiş maydanozları kompese çukuruna atmak bile sakıncalı.

Sarımsak dikerken
Eski bir kokulu ot kitabına göre taze sarımsağın lezzetini tatlılaştırmak (her ne anlama geliyorsa) için dikmeden önce sarımsak dişlerini hafifçe sıkmak gerekirmiş: zeytin çekirdeğiyle birlikte ekmek de aynı işi görebilir.

Güller için yağ
Kocakarı olarak en özel ve en değerli keşfimizi _muhtemelen diğer herkes gibi_ bir tesadüf sonucu yaptık. Savaşın hemen sonrasında piyasaya yeni çıkan bulaşık sabununu sevincimizden öyle çok kullanmıştık ki, bulaşık suyunun köpüklerine yapışıp kalan yağ, mutfak camının altındaki foseptik çukurunun kapağında giderek kalınlaşan bir tabaka oluşturmuştu. Onu oradan temizledik; ama yiyeceğin hala karneyle verildiği o yıllarda ve Londra'da yaşıyorduk, 45 cm çapında, 5 cm kalındığında ve  leziz bir yağ tabakası görünümündeki bir şeyi çöp tenekesine atmamız imkansızdı. Gecenin karanlığına sığınıp gizlice onu arka bahçeye gömdük _ bir türlü doğru dürüst gelişemeyen bir sarmaşık gülünün hemen altına. İşte o yıl güller muhteşem oldu ve  çiçeklerin arkası hiç kesilmedi. O gün bugündür hiçbir gülü, kasabımızın şaşkın bakışları altında satın aldığımız bir parça yağı köklerine eklemeden dikmedik.
Kırlık bölgeye taşındığımız yıl aynı geleneği sürdürmek istedik. Ancak çevre ormanlarda kum gibi kaynayan tilkiler her seferinde dipteki yağı yemek için gülleri eşeleyip yerinden sökünce bu işten vazgeçmek zorunda kaldık. Ama şehirde yaşayanlara ya da evleri duvarlarla çevrilmiş bahçe sahiplerine bu uygulamayı hararetle tavsiye ederiz. Bir keresinde bir Fransız ailenin çevrede düşük yapmış kızların ölü bebeklerini asmaların altına gömdüklerini okumuştuk, muhtemelen aynı nedenlerle. Ama tabii sakın bizim de bunu önerdiğimiz sanılmasın.

Mevsim dışı yer değiştirmeler
Olur da bir bitkiyi soğuk bir havada başka yere taşımanız gerekiyorsa bitkiye soğuk değil ılık can suyu verin. Neden bilinmez, köklere çok iyi geliyor.

Küpe çiçeklerine eğreltiotu
Sıcak ve korunaklı vadimizde hassas küpe çiçeklerini bile kışları dışarda bırakıyoruz,  bugüne kadar bunun hiçbir zararını da görmedik; ancak her seferinde üzerlerine tepeleme kurutulmuş eğreltiotu yığıyoruz. Güzel bir sonbahar günü bizi bu faaliyetimiz sırasında yakalayan bir kocakarı dehşete kapıldı. Küpe çiçeklerinin altına atmak için küçük küçük kesilmiş yeşil eğreltiotlarından daha iyi
bir şey olmadığını söyledi. Köklerin daha derinlere yayılmalarına yol açarmış. Ama küpeler eğreltiotuna o kadar bayılırlarmış ki, üstlerinde bulunca bu kez köklerini havaya uzatmaya kalkarlarmış, bu da sıcak ve kuru havalarda onlara hiç iyi gelmezmiş. Biz de eğreltiotlarını küpelerin hem altına hem de üstüne yığarak orta yolu bulduğumuzu düşünüyoruz.

Kadife çiçekleri (Tagetes) her derde devadır
Çocukken yazları Kuzey Fransa'da bir balıkçı köyüne tatile giderdik. Annemizle babamız orada  Noel çiftinden küçük bir ev kiralarlardı. Bu sahilde iklim, özellikle rüzgarlar oldukça sertti. Köyün doğrudürüst tek bahçesi ev sahibimize aitti. Kendi ihtiyaçlarına yetecek kadar sebze yetiştirirlerdi ama çiçekler satılıktı.

Köy saf deniz kumu üzerine kurulmuştu. Ama bahçenin duvarı içindeki toprak en az çikolata kadar besleyiciydi. Her şey müthiş gelişiyordu. Kendi elleriyle yetişdirdiği dalyalar (yıldız çiçeği) Mösyö Noel'in gurur kaynağıydı, her biri tabak gibi kocamandı.
Bahçe çok güzel sayılmazdı, her bir tür çiçek, satışa en uygun şekilde sıralar halinde dizilmişti. Görüntü ne olursa olsun, bir şey tartışılmazdı: Başka hiçbir yerde bitkiler bu kadar sağlıklı, çiçekler bu kadar büyük olamazdı. Çiçeklerin İngilizce adlarını öğrenmeden Fransızcalarını öğrendik. Bizim 'Hintli düğme delikleri' olarak tanıdığımız çiçeğin İngiltere'de 'Fransız Kadife Çiçeği' olarak bilinmesine çok şaşırdık. Bu şekilde adlandırılmaları yoksa Fransızların (Mösyö Noel'den de anlaşılacağı gibi) bu çiçeği çok sevmelerinden mi kaynaklanıyordu. Bahçedeki her tarhın çevresi bu çiçeklerden oluşmuş mini çitlerle çevriliydi, hatta büyük tarhlarda bir de orta yere bir sıra kadife çiçeği ekilmişti. Hiç de hoş olmayan bir kokusu da olmasına karşın neden bu çiçeklerden bu kadar çok yetiştirdiğini Mösyö Noel'e sorduğumuzda 'Her derde deva onlar' cevabını almıştık.
Karısının hastalanan herkesin zorla burnuna dayadığı o korkunç çayların otlarını da bahçede yetiştirdiklerini bildiğimizden, kadife çiçeklerinin 'şu fani bedenimizin' başına gelebilecek her türlü belaya karşı bir deva olduğunu düşündük. Ama aslında Mösyö Noel sağlıktan bahsederken kast ettiği hep bitkilerin sağlığı idi. İster çiçek ya da sebze tarhlarında olsun ister seralarda, kadife çiçeklerinin hem kokusunun hem de kök salgılarının önemi ne kadar vurgulansa azdır. O günden sonra İngiltere'deki köylü bahçelerinde de kadife çiçeklerinin hep çit olarak kullanıldıklarına dikkat ettik, sanırım ne köylüler ne de Mösyö Noel bu davranışlarıyla yeraltındaki iplik solucanlarını (Nematodlar) ve beyaz sinekleri yok ettlklerinin farkındaydılar.
Patates ve domateslere kadife çiçeği mutlaka gereklidir.
Tagetes minuta, Fransız (Tagetes patula) ya da Afrika kökenli türlerden bile daha iyidir. Kızılderililerde bahçe kültürünün ne denli gelişmiş olduğunun en iyi kanıtı, kadife çiçeklerinin eski Meksika'da tarım tanrıçasına adanmış olmasıdır.

Sınırlı da olsa ısırgan
Isırganın tüm bahçeyi kaplamasına izin vermek elbetteki mümkün değil, ama komşu bitkilerin gelişimi üzerendeki olumlu etkileri de inkar edilemez, ayrıca kompoze yığınındaki çürümeyi hızlandırdıkları, bunu yaparken de son derece değerli atıklarla yığını zenginleştirdikleri de bilinen bir gerçek.

Doktor Papatya
Evde hastalanan biri için nasıl doktor çağrılırsa eski bahçıvanlar da hasta bitkileri için papatya hazır bulundurur. Hassas ya da sağlıksız bir bitkinin yanına biraz papatya ekildiğinde hasta bitki gözle görülür bir biçimde kendine gelir, ayrıca nane gibi otlar da papatyanın yanında çok daha keskin bir aroma geliştirirler. Bir süre sonra (papatyalar fazla büyümeye başladıklarında) bitki yeniden tatsızlaşır, sanki hasta doktoruna fazla bağlanmış ya da fazla şımarmış gibi. Bu yüzden işi biter bitmez papatya yerinden sökülmeli, ancak toprağına el sürülmemeli ki sonradan yeniden taze bir papatya oraya ekilebilsin. Papatyanın 'tatlı nefesi'nin ya da günümüz bilim adamlarının diliyle yapraklarından buharlaşan rayihanın komşu bitkiler üzerindeki olumlu etkisi oldum olası bilinir.
Üzerine basıldığında papatyalardan yükselen koku insanlara da hoş gelir. Bahçe yollarında papatya yetiştirmek bu yüzden her zaman hararetle tavsiye edilir, hem bu sayede yayılmaları da kontrol altında tutulabilir.
Papatya, lahanalara da iyi gelir,  (bir metre uzağına dikilmeleri şartıyla) soğanlara da.

Kokulu ot bahçesinin dışında kokulu otlar
Evin yakınında bir iki saksı ot bulundurmanın ev kadını için son derece pratik olması bir yana saf bir kokulu ot bahçesinin düşüncesi bile bizi ortaçağın o mükemmel günlerine geri götürmeye yetiyor. Sözcüğün kendisi bile bizi, süslü püslü hanımefendilerin, beyefendilerin salınarak gezdiği veya bir bakireninin kucağında bir sincap kafası, bir güneş saatinin altında ya da kuyu başında oturduğu o bahçeye götürüveriyor. Ama kocakarı tavsiyelerine kucak kabartacak olursak başka yerlere de kokulu ot ekmeliyiz: Çileklere örneğin hodan (Borago officinalis – sığırdili) özellikle iyi gelirken adaçayı, nane, kekik ve biberiye lahananın sağlıklı gelişimine büyük destek sağlarlar.
Neyse ki maydanoz çok dekoratif, çünkü arıları bahçeye çekmek için birbirdir. Köylü bahçelerinde, sağduyunun o örnek temsicilerinde, şu karmakarışık ve rengarenk bahçelerde maydanoz alyssum'la münavebeli olarak bordür olarak kullanılır. Güller arasına ekilen maydanoz gülün kokusunu arttırır, ayrıca yaprak bitlerini de kaçırır (hoş, güllerin arasına sarımsak ektiğimiz için yaprak bitimiz olmaz ya, bkz sayfa ?).
Maydanoz, domates ve kuşkonmaz için de yararlıdır.

Sedefotu seni canından bezdirmesin
Yalnızca lahana için değil, başka pek çok sebze türü için sedefotu zararlıdır. Bazı kocakarılar sedefotunun yanına dikilen adaçayının zehirli olduğunu iddia ederlerse de tıpkı fesleğen gibi kuruyup gittiği daha doğrudur.
Bazen glayörler  çiçek bahçesinde gözü rahatsız eden kazıkların işlevini üstlenmeleri için dikilir. Oysa özellikle bezelyeler ve fasulyelerle hiç geçinemezler, hele çilekler 15 metre uzaklıktan bile bu komşuyu itici bulur.

Dişbudak
Dişbudağa her zaman sihirli güçler ayfedilmiştir. Cadıları ve büyücüleri hangi güçlerle donatmış olurlarsa olsun  aklıbaşında hiçbir kocakarı bahçesinde dişbudağa yer vermez. Dişbudak öyle açgözlüdür ki çevresinden metrelerce uzağa toprakta can bırakmaz.
Biz dişbudakla iki garip deneyim yaşadık: Bir sarmaşı gülünü yıllar boyunca yaşlı bir ağaca sardırmıştık. Günün birinde rüzgar ağacı devirdi, sarmaşık da yerlere yattı. Oldukça uzakta, yamacın altında genç bir dişbudak vardı. Yukarı dalları gülleri sardıracak kadar uzamıştı. Böylece güllerden doğal bir kemer elde etmeyi umuyorduk. Ancak gülün dalları tam da dişbudağa deydikleri noktaya  kadar teker teker kurudu. Başka bir seferinde elimizin altında başka herek olmadığından dişbudak dalları aldık. Ama onlara sarmak istediğimiz mürdümükler (Wicke) bir türlü dişbudağa tutunmuyor, taze filizleri biz ne kadar dolarsak dolayalım geri kaçıyordu.
Bahçede büyümüş bir dişbudağı kesmeye karar verenler tüm köylülerin hararetle tavsiye edecekleri gibi, önce ağaçtan izin almalı. (Onayını nasıl göstediğine dair en ufak bir fikrimiz yok, belki de nezaket gereği yapılan bir uygulamadır.)
Dişbudak ağacı şöminede çok güzel yanar ve yakılmadan önce hangi ağacın ne kadar süre kurutulması gerektiğini anlatan eski bir köylü deyişi şu üçlükle son bulur:
Ama ister kuru ister yaş
kraliçedir dişbudak
başında altından bir taç

Defne
Bu bölüme girmesi konusunda bazı tereddütlerimiz varsa da bu bilgiyi paylaşmadan edemeyeceğiz. İnsan yakın çevresinde en az bir defne bulundurmalı. Peder Bartolomew bir zamanlar şöyle demiş: 'Defne bulunan yerde ev ve tarla yıldırım çarpmasından korunur.'

Gundermann, Kırkkilitotu (Sachachtelhalm) ve cüce mürver
Kadife çiçeklerinin, özellikle de Meksika türü olan Tagetes minuta'nın bu otları denetim altına aldıkları söylenir. Bahçeye gelen bir ziyaretçi olur olmaz karşısına çıkan kadife çiçekleri çalılarına hayretle bakabilir ama işe yarıyorlarsa kime ne?

Çimde ayrık otu olmamalı
Verilen bir tavsiye üzerine ayrık otuyla kaplanmış bir alana sık aralıklarla pancar tohumu ektik. Ayrık otları yok oldu. Pancar sevmiyor olabilirsiniz (çok sık ekildiğinde koca koca pancarlar da oluşmuyor zaten) ama eminim, ayrık otundansa pancarı yeğlersiniz.
Kulağımıza çalındığına göre domates ve acı bakla da aynı işi görürmüş. Ama bizim denemek için bir nedenimiz yoktu.

Bolca verilmeli
Çok yıllık yabani otların, özellikle etli yapraklıların önüne geçmek için onların büyümesine izin vermeli, çiçek açmaya hazırlandıkları an kesip yaprakları topraktan çıkan kökleri üzerine yatırmalı. İki yerde birden çıkıyorlarsa bütün kesilenleri toplayıp bir yere yatırmalı. Başarı şansı daha yüksek olur. Bu amaçla tarlalardan kesilen aynı tür otlar da aynı işi görür.

Şeftali ağacında naftalin topları
Şeftali ağacımızı her yıl yaprak kıvrılmasına karşı ilaçlardık. Boşuna, yapraklar gene kıvrılırdı. 'Kıvrılan yaprakları toplayın' dedi bir komşumuz, 'sonra ağaca birkaç naftalin topu asın'. O yıl hiçbir yaprak kıvrılmadı. Naftalin topları bulamadığımız bir yıl güve halkalarını denedik. Aynı işi gördüler, üstelik asması da daha kolay oldu. Şeftali ağacını noel ağacı gibi beyaz toplarla süslediğiniz için size tuhaf insanlar gözüyle bakılmasını istemiyorsanız, ziyaretçilerinize bu durumu açıklayın.

İspirto
Elimize geçirdiğimiz her ispirtoyu, brüksel lahanası ve diğer lahana türlerini külleme hastalığına karşı ilaçlamak için kullanmalıyız.
Lahanaların yanına biraz da ravend ekildiğinde lahana kök ur hastalığına yakalanma riskleri azalır.

Yaprak bitlerine karşı asla ilaç sıkmayın
Böcek ilacı üreticileri ile bazı bahçe kitabı yazarları arasında olağanüstü sıkılıkta gizli bir anlaşma olmalı, yoksa yazarlar neden okuyucularını gülleri yaprak bitlerine karşı ilaçlamaları için bir servet harcamaya, ayrıca çok kıymetli zamanlarını heba etmeye teşvik etsin. Bize rüşvet vermeye (ne yazık ki) kimse kalkmadı, bu yüzden biz de size büyük sırrı rahatça açıklayabiliriz: Güllerin yanına ekilecek tek bir diş sarımsak bütün bir sırayı bitlerden uzak tutar. Güllerin kökleri sarımsaktan, bitlerin hiç hoşuna gitmeyen bir madde alıyor. İlkbahar başlarında çocuklarının sağlığı konusunda kaygısız davranan anne babaları yüzünden bir iki bit yumurtadan çıkacak olsa da onlar ne yumurtlayabilir ne de çok uzun ayakta kalabilir.Sarımsaktan her ne alıyorsa bu, gülün kokusunu asla etkilemez ve sarımsakların çiçek açmalarına izin verilmediği sürece bahçe de sarımsak kokmaz. Bir yıl boyunca deneyin. Bir köşedeki gülleri tek bir diş sarımsakla koruyun, öteki köşedekine ise dilediğiniz miktarda ilaç sıkın _ bir daha bu konuda para ve zaman harcamaya kalkmazsınız. Soğan ailesinin her üyesi _sibulet dahil _ bu işe kısmen uygun ama yalnızca sarımsak en uygunu, bu da diğer denemeleri gereksiz kılıyor. Çok kuru havalarda sarımsakları sulamakta yarar var,  köklerinden saçılanları güller daha rahat özümseyebilir.

Yaprak biti ve beyaz sinek
Latin çiçeğinin meyve ağaçlarındaki yaprak bitlerine iyi geldiği söyleniyor, özellikle ağacın gövdesine sarılarak yükselen sarmaşık türünün; seralardaki beyaz sineklere karşı da gene latin çiçeği faydalıymış. Bu doğruysa, etki köklerden çok bitkiden yayılan aromayla ilgili olmalı, çünkü bilindiği gibi seralarda genellikle bitkiler saksıda olur, kocakarılar da her saksıya bir latin çiçeği ekin demediklerine göre...

Karınca
Atalarımız karıncalara karşı bizden çok daha sertti ve yaprak bitlerinin yol açtığı zararlardan esas olarak karıncaları sorumlu tutuyorlardı. 'Ayağınla ezdiğin acı baklaları (eczaneden temin edilebilir),' diye yazıyor eski bir kokulu ot uzmanı, 'ağacın alt kısmına sürersen ne karınca ne de pismires ağaca dokunabilir ya da yukarı tırmanabilir'. (Sözlükten pismires'e bakıp bilgiç bir dipnot yazmaya hazırlanıyordum ama sözcüğün kafamda canlandırdığı görüntüyü de bozmayı kendime yediremiyordum, Ortağçağ hayvan masalları kitaplarından fırlamış bir canavar, belki daha da korkunç, çünkü yalnızca üç milimetre uzunluğunda. Neyse ki akademik sorumluluk üstün geldi, sözlüğü açıp sözcüğün karşılığını buldum: Bizim şu ünlü pismires'in karşısında yalnızca 'karınca' yazıyordu.)

Tırtıllar
1718'de Kraliyet Akdemisi üyelerinden Robert Ball bahçıvanı Richard Bradley'e yazdığı bir mektupta, tatarlar ülkesinden esip gelen doğu rüzgarlarının nasıl başta tırtıllar, tüm bahçe zararlılarını önlerine katıp sürüler halinde üzerimize uçurduğunu uzun uzadıya anlatmış. Bu yüzden ağaçlar, yüksek çitler ya da hasırlarla bahçe, en azından bazı bitkiler bu yönden gelecek tehlikeye karşı korunmalıymış çünkü bu engellerin batısında tek bir tırtıla rastlamak mümkün değilmiş.

Sümüklüböcek
Bay Bradley'in Herfordshire'li bilgili bir beyden aldığı son derece yararlı bir bilgiye göre 'meyve ağaçlarının gövdeleri at kılından iki ya da üç sıra örgüyle' çevrilmeliymiş çünkü 'at kıllarında o kadar çok pörçük olur, örgüden taşan kıllar da o kadar keskin' olurmuş ki 'sümüklüböcek olsun diğer sümüklüler olsun ölümü göze almadan bunların üstünden geçemez'miş. Duvar dibine ekili meyve ağaçları için aynı bey, ağacın eni uzunluğunda bir örgüyü arka duvara çivilemeyi, duvara sarmaşık şeklinde (Spalierobst) yetiştirilen meyve ağaçları içinse ağacın gövdesine bir örgü, ayrıca duvardaki her desteğin altına birer örgü yerleştirilmesini öneriyor. Karnıbaharda tüm tarhın etrafı örgüyle çevrilmeliymiş.  O günlerde herhalde at kılından bol bir şey yoktu. Bu yozlaşmış günlerin modern insanının at kıllarını da nerden bulacağım diye umutsuzluğa kapılmasına gerek yok: Bira dolu bir reçel kavanozunu ağacın yanına koymak yeterli.

* Old Wives Lore for Gardeners, Maureen ve Bridget Boland

10 Ekim 2009

Tillendsia cyanea


Birkaç sene beraber yaşayıp huyunu suyunu iyice öğrenmeden bir bitki hakkında yazmaktan hoşlanmıyorum ama... Böyle değişik bir bitkiyi hayatımda görmedim. Önce insan yapımı zannettim. Değilmiş. Bromeliaceae - Ananasgillere mensup, yaklaşık 500 farklı türü bulunan ve Güney Amerika'nın tropik ormanlarında yetişen gerçek bir bitkiymiş (İspanyol yosunu da deniyor). Ortadan yükselen pembelik aslında dal, çiçekleri yan taraflardan çıkan morluklar. Dal önceleri yeşil olurmuş, çiçek açmaya karar verene kadar.
Tillandsia'ların en ilginç özelliği köklerini yalnızca demir atmak için kullanmaları. Yaşamak için toprağa ihtiyaç duymuyorlar. Havadaki rutubet ve toz, beslenmelerine yetiyor. Kaktüs, ağaç, hatta telefon direği, her yere rahatça yerleşebiliyorlarmış. Ama asalak olarak değil, yani yapıştıkları bitkiye herhangi bir zarar vermiyorlar.
Bizim bitkinin toprağı ama var. Su vermek değil, haftada iki gün yapraklarına su sıkmak gerekiyormuş. Bir de normal bitkilere verilenin yarısı kadar gübre.
Gelecek sene hala daha berabersek daha ayrıntılı bilgi verebilirim.
Tropikal bölgelere gitsem acaba delirir miyim?

04 Ekim 2009

Nasıl Bir Bahçe...








İçinde çok sayıda ve farklı türlerde mandalin, portakal, limon, ayrıca erik, şeftali, dut, bir de badem ağacı bulunan yaklaşık 3 dönümlük bir bahçeye yerleştiğimizde çevremizdeki tüm fidanlıklar bayram etti. Çılgın gibi bitki topladık. Bir yandan meyve çeşitlerini arttırırken, bir yandan da komşuda, çevrede, bölgede neden hoşlandıksa hepsini bahçeye gömdük. Düşünmeden, bilmeden, planlamadan her şeyi ektik. Kuruyanların yerine yenisini ektik. Ancak birkaç sene sonra biraz durulur gibi olduk. Aradan geçen yaklaşık 10 yılın sonunda günahlarımızı, sevaplarımızı sıralayabilme noktasına ulaştık.

Yeniden bir bahçe yapacak olsam neler yapmam?
Her şeyden önce kitaplardaki bir uyarıyı çok ciddiye alırım. Küçük bir fidan olarak toprağa dikilen bir bitki doğası gereği büyüyor. Ne kadar büyüyebileceğini, altında kalan bitkileri ne şekilde etkileyeceğini, sağındaki solundaki bitkilerin güneşine engel teşkil edip etmeyeceğini bilmeden hiçbir şey ekmem.
Ekeceğim bitkinin önce özelliklerini araştırırım. Çok su, az su, güneş, gölge; dona, rüzgara, aşırı yağmura, aşırı sıcağa dayanıklılık; komşu bitkilerle ilişkisi; hastalanma ve böceklenme sıklığı ve şekli...
Bitkilerin yalnızca gökyüzüne doğru yükselmekle kalmadığının, köklerinin de yer altında büyüyüp güçlendiğinin farkında olarak davranırım. Asma, passiflora, hanımeli, acem borusu, mavi sarmaşık gibi bitkileri ekerken yayılma heveslerini engelleyecek tedbirler alırım. (Asmayı da asla yazın bütün günü geçirdiğim terasın üstüne değil, ara sıra kahve içmek için oturduğum küçük bir kameriyenin çevresine dikerim. Pislik, sinek ve arı dersem ne dediğim anlaşılır mı acaba?)
Her şeyden önce bahçede güneşin nereden doğup nereden battığını _yaz ve kış farkını da unutmadan_ öğrenirim. Kışı sağ salim geçirmek için bana gereken güneşi önüme aceleyle diktiğim ve daha şimdiden umulmadık büyüklük ve genişliğe ulaşmış bir yenidünya ağacı yüzünden geç hissetmek hiç hoşuma gitmiyor. Hele Aralık ayının 21'inde, yani en kısa gün bana uzanacak güneşin hanımelllerine takılıp kalmasına da çok kızıyorum. Tabii kendime kızıyorum. Hanımelini severim. Onu tam da kış güneşini kapatacak yere kendi ellerimle diktim. Zavallı hanımeli bu yüzden yaz sonları öyle bir budanıyor ki baharda korkuyla bekliyorum, ya çiçeklerini açmazsa...

Bahçe Zararlıları
Bahçeyi bahçe yapan yalnızca çiçekler ve ağaçlar değildir. Arıları, kuşları, karıncaları, sinekleri, solucanları, kaplumbağaları, kurbağaları, kertenkeleleri (hatta bukalemunu), yılanları, çıyanları, fareleri, kirpileri, akrepleri, salyangozları... Ayrıca kedileri ve köpekleri... Bunların hepsi ve daha bilmediklerim bahçenin parçasıdır ve bahçe düzenlenmesinde kesinlikle hesaba katılmalıdır. Zararlı hayvan yoktur iddiasında bulunmak için emek emek ekilip heyecanla filizlenmesi beklenen tohumların kuşlar tarafından nasıl yendiğini gözlemlememiş olmak gerekir. Her şeye rağmen filizlenen fasulyeler ise anında kaplumbağalar tarafından afiyetle gözdeye indirilir. Kaplumbağaların sevdiği gıdalar arasında çilek de var ve ben saf saf çileklerimin olgunlaşmasını beklerken kaplumbağaların benim kadar sabırlı olmayıp çilekleri yeşil yeşil gövdeye indirdiklerine tanık olduğumda aradan beş sene geçmişti. Fareler de narenciye hastası. Portakal-mandalinanın içlerine, limonun kabuklarına bayılıyorlar. Toplanmayan her badem muhtemel sincapların midesine iniyor. Köpekler toprak eşelemeye bayılıyor. Kediler için her ağaç gövdesi tırnak törpüsüne eş. Hele bazen ağaç üstünde yarışmaya kalkmıyorlar mı... Ya da kedi peşine düşmüş bir köpeğin devirdiği saksıların, yıktığı setlerin hesabı tutulabilir mi?
Kıymetli sukkulentlerimi yiyen salyangozlar, güllerin yapraklarını kemiren çekirgeler, adını bilemediğim böcekler, bitler, mantarlar...
Gene de bahçenin zararlısı yoktur. Denge olduğu sürece. Zehirlerle çeşitli populasyon dengeleri bozulmadığı sürece. Bitkileri ekerken birbirini koruyanları yanyana ekebildiğimiz sürece. Latin çiçekleri örneğin bütün bitleri üstüne çektiği için harika bir sebze bahçesi bordürü olabilir. Nane ve sarımsak, güller ve diğer tüm gülgilleri düşmanlarından koruyabiliyor. Kum, salyangozların gezinme alanını daraltabiliyor (bir de bir filmde gördüm, elma dilimleri de salyangozları üstüne çekip onların mesela orkidelere dadanmalarını engelliyormuş).
Gene de bazen hayvanların bitkilere acımasızca saldırıları karşısında sabrım taşmıyor değil. O zaman da alıyorum elime ilaç pompasını, basıyorum zehiri: Arap sabunu ve ispirto, biraz karbonat. Suda bekletilmiş lahanın suyu... Göztaşı ve kireç... (yani bordo bulamacı). Arılar sakın ölmesin.
Her ne kadar bahçe faaliyetimin yarısı ot yolmak üzerine kurulmuşsa da zararlı ot diye bir şey de yoktur. Ancak belli bölgelerde yetişmesini istemediğimiz, kıymetli bitkilerimizin besinlerini çalacağını, köklerini sıkacağını düşündüğümüz diğer bitkiler vardır. Zararlı ot yoktur, azimli ot vardır ve onlar olmasaydı gezegenimiz çoktan her türlü bitki örtüsünden muaf, suni oksijenle ayakta durmaya çalışıyor olur, biz insanlarsa bir evrim daha geçirip ciğer yerine solungaç kullanıyor olurduk. İnanmayan herhangi bir araziye yığılmış bir toprak kümesini birkaç sene boyunca incelesin.
Ben gene de yoluyorum. Yolamadığım yerleri de örtüyorum. Benim ardımdan bahçeyi devralacak kişi çapa yapmaya başladığı an hakkımda kimbilir neler düşünecek. Kitaptan dergiye, gazeteden mukavvaya, kilimden tişörte, yün kazaktan deri ayakkabıya... Çalı diplerinde neler yok neler. Bir iki naylonu saymazsak zamanla kesinlikle toprağa karışacak ürünler. Bu arada muz yaprakları... Hiç başedemediğim geniş alanlara Cezayir menekşesi diktim ya da telgraf çiçekleri, hatta çilek. Tavsiye ederim. Altlarındaki her şeyi bastırıyorlar.
Tertemiz sürülmüş bir toprak kadar ruhumu dinlendiren tek şey önümde alabildiğine uzanan denizse de bahçemde gözler toprağı boş yere arar. Bir tek narenciye ağaçlarının altları her bahar açılıyor, sulama kolay olsun diye. Bence toprak çıplak olmaktan utanıyor. İnanmayan insan eli değmemiş orman köşelerinde bana boş, çıplak toprak parçası gösterebilmeli. Çıplak toprak evrenin en büyük zararlısı insanın irade gösterisidir. Çarpık bir düzen ve temizlik anlayışının sonucudur.
Bahçemde budama artıkları da esas olarak yakılmıyor, belli yerlere yığılıyor, küme küme. Altları kimbilir hangi hayvan ya da hayvanlara kışlık barınak vazifesi görür umuduyla. Zamanla toprağa karışıp bereketi arttırması da ekstrası. Toprak toprağa...

Nasıl Bir Bahçe

Hiçbir zaman insanlara parmak ısırtacak bir bahçeye sahip olamayacağım anlaşılan. Tek yapabildiğim pis görüntüyü biraz örtbas etmek. Çiçek açan bitkileri biraz daha göz hizasına yerleştirmek. İtiraf etmeliyim ki yaz sonunda bahçedeki kalabalık, içiçe geçmiş bitkiler bana hafif sıkıntı veriyor. Sakin bir bahçede olmayı diliyorum. Her şeyin az ve yerli yerinde olduğu, aşırı bakımlı bir bahçede. Veya tek bir rengin hakim olduğu bir bahçede. Veya bir Japon bahçesinde. İlkbaharla birlikte bahçeyi temizleyip seyrekleştirme kararı alıyorum. Ve sonra bahçenin bir köşesinde gözüme bir bukalemun ilişiyor. Ardından kızıl gerdanlar yazlıklarından uçup geliyor. Hayvanlar bahçeyi seviyor. O kargaşada kendilerini mutlu hissediyorlar.
Benim irademin ne önemi var...

Ama başka bir bahçeye taşınırsam kesinlikle açgözlülük etmeyeceğim. Tabii aynı iklim kuşağında kalırsam.
Yeni bitkilerle karşılaşırsam da kendimi tutabilir miyim?
Belki de bir Japon bahçesi...
Ne iyi olurdu...

02 Ekim 2009

Peru Zakkumu

ağaççık, çalı
Peru zakkumuna (Thevetia peruviana) şapka çıkarıyorum. Bahçeye hemen hemen ilk ektiklerimizden. Bahçe kapısının hemen yanına, duvar dibine ekiverdik. Önündeki zeytin, ayrıca pembe-beyaz begonyalar, hatmiler ve de sürekli üstüne doğru sürülüp duran demir sürgülü kapı... Kaç kere artık öldü herhalde dedik. 7-8 sene süründü. Ama her yıl bir iki çiçekle bizi sevindirdi. O kadar gayretliydi ki elimizi atıp da herhangi bir müdahalede bulunursak küser endişesiyle hiç yakınına gitmedik. Bu yıl çıldırdı. Mayıs ayında çiçeklerini açmaya başladı, şimdi aylardan ekim, hala çiçek açıyor.
O bölge çok nadir su görür ama bahçenin en uzun güneş alan köşesi, yani en sıcak köşelerden biri. Begonvil ve zeytin de muhtemel kavurucu yaz güneşine karşı onu biraz gölgeleyerek koruma altına almışlar.
Bitkinin zakkum diye adlandırılması yanıltıcı. Gerçi bildiğimiz zakkumla (Nerium oleander) hem aynı takıma mensup (Gentianales) hem de aynı aileye Apocynaceae ama Peru Zakkumu ayrı bir tür, bir Güney Amerikalı. Batılı kaynaklar 15-16 derecenin altında pek yaşayamadığını söylüyorlarsa da sanırım Güney Ege'nin iklimine uyum sağlamış. Bizim bölgede pek çok bahçede bu bitkiye rastladım. Gene de biraz korumak gerekebilir.
Bizimki gibi kendi haline bırakıldığında bir ağaççık olabiliyor (9 m), yoksa süslü bir çalı.
Meyvelerinden de bahsetmek gerekirse ceviz sertliğinde, ama yenmiyor (zaten bütün diğer aile üyeleri gibi zehirli). Peru'da bu meyvelerden müzik aleti olarak yararlanılıyormuş.
Ekim ayında olmamıza rağmen uçlarından çelik alıp diktim. Zakkumla akraba olduğuna göre bakarsın tutar. Ayrıca çekirdeklerini de ekeceğim. Bakalım ne olacak.

13 Temmuz 2009

Telgraf _ Tradescantia

yer örtücü

Mor telgraf bitkisi (Tradescantia pallida) değişik yaprak renkleriyle bahçede hoş bir değişiklik yaratıyor. Hele o pembe çiçekleri açtığında. Sulu, susuz, güneşli (tabii kızgın öğle güneşini de pek sevdikleri söylenemez, özellikle tüylü telgraflar biraz gölge istiyorlar ve tabii çizgili telgraf da, tabii renklerindeki koyuluğun soluklaşması istenmiyorsa), gölgeli, soğuk, sıcak, killi, kireçli, kumlu her yerde ve her şart altında yaşamakta kararlılar. Yaşıyorlar ve yayılıyorlar. İdeal yer örtücüler. Ama bu onların bir anlamda tehlikeli yanları. Yayıldıkları alanda başka bitkinin yaşamasına izin vermeme gibi bir özellikleri var. Sözkonusu ayrık otuysa yaşamasın dememek gerekiyor çünkü koskoca ormanları kurutmak onlar için işten bile değilmiş. Özellikle yeşil yapraklı telgraflarda (Tradescantia fluminensis) bu eğilimi bahçede gözlemliyorum. 5-6 sene önce iki sap olarak toprağa soktuğum yerlerde öyle azgın bir yayılma sergilediler ki resmen ayda bir onları da budamak, temizlemek zorunda kalıyorum. Yanılıp da kestiğim sapları kurutmadan önce toprak üstüne atacak olursam hemencecik orada da gelişip boylanmaya başlıyorlar. Buradan da anlaşılacağı gibi çoğaltılmaları da çok kolay. İster bir sapı bir bardak suyun içinde bir hafta bekletip köklendirmek şeklinde olsun, ister bitkinin herhangi bir yerini, yaprak, sap, yumru kökler, şöyle bir toprağa göstermek şeklinde olsun, kısa zamanda o bölgenin hakimi olup çıkıveriyorlar. Mor çizgili türü (Tradescantia zebrina) aslında biraz daha utangaç. Tüylü yeşil yapraklısı (onun Latincesini bulamadım işte) ise en hassasları.
Commelinales takımının Commelinaceae ailesine mensup olan telgraf bitkisinin hayatla bu bağına şaşmamak gerekiyor. Muzgillerin de mensup olduğu Zingiberales ailesi gibi 80 milyon yıl önce ortaya çıkmış. Bu, dinazorlar demekmiş. Amerika kıtası yörüngesine doğru hareket etmeye başlamış demekmiş. Avrupa henüz adalardan ibaret demekmiş. Kuşlar daha yeni yeni belirmeye başlamış demekmiş.
Gene de üzerlerinden ellerimi eksik etmeden onları sevmeye devam edeceğim. Bu arada kışları esas olarak yok oluyorlar. Yani toprak üzerindeki parçaları çirkinleşip yok oluyor. Özellikle kış şartlarına fazla açık bölgelerde. Toprağı eşeleyip kökleri ayıklamanın tam zamanı. Kimbilir, belki bahçenin başka bir köşesi de mor mor yapraklarla donanmak istiyordur.

05 Haziran 2009

Lavantin _ Santolin

çalı
Yazın fazla suyla karşılaştı mı kuruyup giden, bütün gün üzerinde güneş olanca haşmetiyle parlamadı mı keyfi kaçan tipik bir Akdeniz bölgesi bitkisine en iyi örnek lavantin, nam-ı diğer santolin ya da Kıbrısotu (Santolina chamaecyparissus), çocukluğumun bitkisi. Yanından geçerken avuçlamamak mümkün değil ya da ucundan koparıvermek. O ne güzel kokudur...
Bahçede hemen taş kenarlarına diktim. Şubat ayında neredeyse dipten budamak gerektiğini bilmediğimden kısa zamanda küçük tepecikler oluşturdular. Gölgede kalanlar ya da suyla fazla temas edenler ise bu baskıya dayanamayıp kurudular. Kalan sağlar yeni fidanlarla kısmen takviye edildi. Yemyeşil bir bahçede gri renkleri gözleri dinlendiriyor. Sebze bahçeleri için de ideal bir kenar süsü. Her keskin kokulu bitki gibi böcek, karınca vs kaçırıcı bir etkisi var. Ama galiba örümcekler de benim gibi bu çiçeği seviyormuş.
Herkes bu bitkiyi çelikten çoğaltmak çok kolay diyorsa da ben henüz başaramadım. Bu yıl bir kere daha şansımı deneyeceğim.
Lavantinin papatyagillerden (Asteraceae) olması doğrusu benim için bir sürpriz oldu. Adından, ayrıca o keskin kokusundan dolayı ben onu hep lavantayla eş tutardım. Fark etmez, ben gene de ona lavanta muamelesi yapıyorum. Budayıp budayıp dolaplarımın içine, halıların altına atıyorum. Güveleri ve diğer haşereleri uzak tutsun diye. Doğru mu yapıyorum, bilmiyorum ama hiç değilse dolapların içi daha az küf kokuyor.
Fiziksel Özellikleri: Santolina gri rengi ve 30-60 cm arasındaki boyu ile herdem yeşil bir yer örtücüdür. Bitkinin yayılma genişliği 1 m kadardır. Gri renkteki görüntüsünü, ibreli bitkilerinkini andıran beyazımsı gri renkli küçük ve kokulu yapraklarından alır. S. chamaecyparissus’ un bahar aylarında başlayıp sonbahara kadar yayılan bir çiçeklenme periyodu vardır. Çiçekleri parlak sarı renkte olup 0,5 cm genişliğinde ki küçük çiçeklerin bir araya gelmesi ile grup halinde büyüklüğü 1-2 cm’ ye varan bir görüntüdedir. Hava sıcaklığının çok düşük olduğu yerlerde don zararına maruz kalabilir ve kışın neredeyse ölmüş bir bitki gibi görünür, dipten budandığı takdirde bahar aylarında kendini toparlamış olarak yeniden yeşerir ve sağlıklı görüntüsüne bürünür. Santolina çok hızlı büyüyen ve yayılan bir bitkidir, eğer yaşlı bitkilerde açılamalar ve cansızlıklar tespit edilirse, bu bitkilerin budanarak kendilerini yenilemelerine izin verilmelidir.
Işık: Santolina güneşli mekanlardan hoşlanır, özellikle set yüzeylerden yansıyarak gelen sıcaklığa dayanıklıdır. Yarı gölge yerlerde de yetişebilir ama gölge oranı belirli seviyenin üzerine çıktığında görüntüsünde açıklıklar ve cılızlık olur.
Su: Su isteği ortalama bir bitkininki gibi olan Santolina kış aylarında daha az su ister, yazın haftada bir sulandığında bitki daha canlı görünür ve daha çok çiçek verir.
Toprak: Her tür toprakta yetişir.
Üretim: Üretim çelikle yapılır.


Lavantinin şifalı otlar arasında da yeri varmış.
Sinirleri teskin eder ve zamanla kuvvetlenmesini sağlar.
Sinir zafiyeti, melankoli, sinir krizleri, sinir yorgunluğu, migren, baş ağrısı ve baş dönmesi hallerinde çok fayda verir, öfke, kızgınlık halinde insana sükunet ve normal düşünme im­kânı verir. Kalbi kuvvetlendirir ve çarpıntıları giderir. Tansi­yonu düşürür, imtihan veya konuşma sırasındaki heyecanını yenmek için çok fayda sağlar. Aşırı heyecanı giderir.

03 Haziran 2009

Begonya


Evlerimizin vazgeçilmez çiçekleri begonyaları salatalık, kavun, karpuzla bir tutmak mümkün mü? Bitki sınıflandırmasını yapanlara göre mümkün. Begonyagiller (Begoniaceae) olarak Cucurbitales takımına sokulmuşlar. Oysa yaprakları bile ne kabağa ne karpuza benziyor. Begonyalar kendi aralarında da birbirlerine hiç benzemiyor. Ayrıca yer altındaki kökleri de birbirinden farklı: İpliksi köklü ve küçük çiçekli begonyalar (örneğin Brezilya kökenli Begonia semperflorens); çok büyük çiçekli yumru köklü begonyalar ve rengarenk süslü büyük yapraklı, kök saplı begonyalar. 1500 farklı türü var. Koleksiyon meraklıları için bire bir. Yaprak güzellikleri gözönüne alındığında yapanları kesinlikle anlıyorum.
Begonyaları hep sevmişimdir. Özellikle meşe begonyasını (Begonia corallina?). Görmeye alıştığım canlı ve heybetli formuna ne yazık ki bu iklimde bir türlü kavuşamadı. Taze yapraklar hep çıkıyor da alttaki yapraklar hemen dökülüveriyor. Önce bunun bitkiyi kışın da dışarıda bırakma inadımdan kaynaklandığını düşündüm. İçeri aldım. Sonuç gene aynı oldu. İki ayrı saksıya ektim, birini hep dışarda bıraktım, birini hep içerde. Ölmediler ama muhteşem de olmadılar. Bu yıl farklı bir yöntem deniyorum. Mevsimlerden yaz olduğuna bakmayıp bir saksıyı içeri aldım, aydınlık ama güneş görmeyen bir yere. Diğerini dışarda, sabah güneşinin ancak şöyle bir yalayıp geçtiği bir köşeye koydum. Sonucu merakla bekliyorum. Galiba işin sırrı sulamada. Saksıdaki toprak neredeyse kupkuru olduğunda su vermek ama toprağın iyice kuruyup kalmasına da izin vermemek. Tropikal bölge çiçekleri olmalarına karşın güneşten pek hoşlanmadıklarını da yeni öğrendim. Bol ışık olacak ama güneşin sıcaklığı yapraklarına değmeyecek.
Hem meşe hem servi begonyasının (Begonia albopicta?) iyi tarafları, çoğaltılmalarının çok kolay olması. Tıpkı sardunyalar gibi neredeyse tek bir yaprağı toprağa batırmak yetiyor.
Bu arada başka tür bir begonyanın bahçede bordür olarak kullanıldığını eklemeliyim. Denemedim.

01 Haziran 2009

Sukabağı _ Lagenaria siceraria

bir yıllık sarmaşık


Bir bitki hakkında bilgi toplamaya çalışırken karşıma yalnızca İncil, Tevrat, Kuran değil, Çin ve Japon kutsal kitapları da çıkıyorsa ister istemez bu bitkinin en az insanlık tarihi kadar eski olduğunu düşünmeden edemem. Sukabağı (Lagenaria siceraria) işte tam böyle bir bitki. 10 bin sene önce varolduğu söyleniyor (ki bu benim için hiçbir şey ifade etmediğinden şöyle bir baktım: Sümerler MÖ 3500-2000 yılları arasında yaşamış; Yukarı Mısır'daki en eski bulgular MÖ 6000 yılına aitmiş; Eski Çin Medeniyeti de yaklaşık aynı tarihlerde; Türklerin Asya'dan göçü MÖ 3000'lerde; bir de şu sayfaya bakılabilir: http://www.evrimteorisi.org), daha doğrusu 10 bin yıl önce anavatanı Afrika'dan deniz yoluyla Amerika ve Asya'ya gezip yerleşmeye gitmiş., insanın da yardımıyla. Sert kabuğu bilindiği gibi suya dayanıklı, içindeki tohumlara da 1-2 sene hiçbir şey olmuyormuş. Sonuçta kabakgillerin (Cucurbitaceae) bu mütevazi üyesi, insanlar tarafından hem yemek hem de kullanım aracı olarak ekimi yapılan bildik en eski bitkilerden. Saklama kabı, tas vs olarak kullanıldığı gibi nazara karşı omuzlara da asılıyor. Suda batmadığı için denizlerde can yeleği yerine kullanılıyor (çocukluğumuzda değil simit, araba lastik içlerinin bile bulunamadığı yerlerde aynı kullanım şekline rastlamak mümkündü). Herhalde şekli nedeniyle Çin'de, dolayısıyla Japonya ve Kore'de, yani Doğu Asya'da sukabağı toprak ve gökyüzünün, yani evrenin simgesi (daha ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.east-asian-history.net). Hint mimarisindeki pencere oyuklarının o tuhaf şekline modellik eden yine sukabağı (cinlerin, kötü ruhların eviçlerine girmesini engellemek için). Bütün bunlar şöyle yüzeysel bir bakınma sonucu bulduklarım. Kendi geleneklerimizde kimbilir neler vardır. (Bu noktada hiç adetim değilken reklam yapmak istiyorum, çünkü ürünler hoşuma gitti: http://www.lekabbak.com. En azından süsler ölmesin.)
Bunun dışında bu bitki hakkında ne söylenebilir... Tabii her şeyin üstünde bir de çalgı aleti olarak kullanılmasının dışında...
Tohumları Nisan-Mayıs arasında ekilen, boyu beş metreyi aşan bir yıllık bir asma. Yaprakları meşe yaprağı gibi, ama hafif tüylü. Çiçekleri beyaz. Ağustos sonunda meyveler, daha doğrusu kabaklar şekillenip ortaya çıkıyor. Su istiyor, güneş seviyor. Ve tabii kabakgil üyesi olarak gübreye doymuyor.
Ve de kendimi tekrarlamak pahasına: Bir bitki hakkında bilgi edinmek için internette gezinirken beni Türklerden Çinlilere, evrim teorisinden İncil'e, Tevrat'tan müzik aletlerine, folklor araştırmalarından pipo yapımına, Afrika'dan Avusturalya'ya, Keltlerden Kızılderililere, Şamanizmden Sümerlere... bu kadar çok yere götüren başka bir bitkiyle karşılaşmadım. Neyse ki bu yıl ihmal etmeksizin kabaklarımı dikmiştim. Şimdi büyüyorlar. Çevremi o korkunç hızlarıyla sarmalarını artık sabırsızlıkla ve biraz da huşu içinde bekliyorum.

30 Mayıs 2009

Camgüzeli _ Impatiens

saksı

Camgüzeli (Impatiens walleriana) ile İstanbul'dan tanışırım. Mısır Çarşısından her sene aldığım fideleri kocaman, upuzun bir saksıya tıkıştırır, sonra tüm yaz boyunca bıkıp usanmadan hababam açan o çiçeklerle mest olurdum. Pembe, beyaz, kırmızı, turuncu... Katmerli miydiler neydiler, nasıl açarlardı... Bilmesem, ortanca olduklarını zannedebilirdim. Gene İstanbul'da neden camgüzeli adıyla anıldıklarını da anlamıştım. Ne kadar ışık, o kadar çiçek. Tam aydınlık cam önü bitkisi. Madem bu kadar güneş seviyorlar deyip saksıyı güneşi en çok ve en uzun süre alan yere koymaya kalktığımda cevap küsen, hatta açmaktan vazgeçen bitkiler oluyordu. Sonunda anlaştık. Yeri çok aydınlık olacak ama güneş en fazla orayı şöyle bir yalayıp geçecek. Ama bu yalayıp geçme de asla öğlen olmayacak. Bu arada sudan da asla tasarruf edilmeyecek. Aslen dere kenarlarında yetişen bir bitki ne de olsa.
Mısır Çarşısında bulduğum camgüzellerinin aynısını burada bulamıyorsam da bu, benim her sene bahar ayında kucak kucak yeni fideler almamı engellemiyor. Aşırı sıcaktan da pek hoşlanmadıklarını da burada fark ettim. Ama İstanbul'dan farklı olarak burada fideleri ertesi yıla kadar canlı tutmayı da başardım. Bunun için gene aydınlık ama sobanın erişemediği serinlikte bir camönü yeterli. Yumuşak geçen kışlarda balkonun soğuk deymediği, korunaklı bir köşesi de bu iş için uygun. Don uyarısının yapıldığı gecelerde içeri almak kaydıyla.
Öğrendiğime göre bilimsel adının 'sabırsız' (impatient) olma nedeni oluşturduğu tohum kapsülleriymiş. Bu kapsüller olgunlaştığında en ufak teması fırsat bilip içindeki tohumları etrafa saçarmış, hem de metrelerce uzağa...
Resimlerime bakıyorum, çiçeklerin güzelliklerini yansıtmaktan çok uzak. Bu konuda biraz daha çalışmam lazım.
Bu arada: camgüzeli Ericales takımının çuha çiçeğinden sonra beni seven yegane üyesi. Açelya, kamelya kendilerini benim yanımda hiç mutlu hissetmiyorlar.
Haksızlık etmeyelim. Cennet elması (Trabzon Hurması) da her sene bol bol meyve verdiğine göre yerinden ve benden memnun.

25 Mayıs 2009

Kivi

sarmaşık
Yaklaşık yedi yıldır bahçede, yazları giderek yayılan ama bir türlü meyve vermeyen, hatta çiçek bile vermeyen kivilerimiz sonunda çiçeklerini açtı. Tek tük. Birinde küçük bir fıçıcık olarak meyve gördüğümü de iddia edebilirim. Ne yazık ki son bir haftadır süregelen sağanak yağış ve neredeyse fırtına diyebileceğimiz sert rüzgar onu da alıp götürdü. (Yandaki resim)
Ericales düzeninin Actinidiaceae ailesine mensup olan kivinin (Actinidia deliciosa) meyve vermesi için iki ayrı bitki almak gerektiğini biliyordum. En az bir erkek, sonra birkaç dişi... Bir tane aşılı olduğu söylenen bir kivi fidanı bile almıştım. Ama erkeği bile çiçeklenmeye yanaşmadı. Bu yıl işin sırrı budamada deyip her yılın aksine kılına bile dokunmadık. Çünkü asmalarda öğrendik. Meyve vermesi için 3 göz bırakmak gerekiyor, yoksa hababam uzayıp duruyor, büyüme aşkına kapılıp fazla meyve verme gereğini duymuyor. Anladığım kadarıyla kivi de öyle. Şubat ayında göz sayarak budama, sonra olur da bu kez bir dolu meyve verir, meyveden, yani tomurcuktan sonraki yaprakların budanması. (Bu konuda http://www.kivita.com.tr/tuketici_uretici/butaterb.htm da çok ayrıntılı bir tarif verilmiş.) Asma ile benzerlik bu kadar. (Bir de benzer iklim koşullarını sevdiklerini eklemek gerekir.) Bunun dışında bence asmadan çok daha estetik bir bitki. Yapraklar yıldız şeklinde kümeleniyor. Dalga dalga... Çiçekler krem renginde. Kivinin kesiti çiçekte de aynen görünüyor. Su ihtiyaçları normal. Rüzgar sevmiyor. Meyvenin olgunlaşması Ekim_Kasım ayını buluyormuş.
Kivinin çiçek açmamasına aslında pek de şaşırmıyordum. Zira mensup olduğu düzenin benimle arası hiç hoş değil. Açelya, Kamelya hep aldığım, ama ertesi yıl izine bile rastlayamadığım bitkiler. Belki de aşırı asitik toprak isteklerini bir türlü karşılayamıyorum. Bir tek cennet elması ve çuha çiçekleri... Onlar hayatlarından memnun.


BİTKİSEL ÖZELLİKLERİ
Çalı formunda olan kivi, sarılıcı-tırmanıcı bir bitkidir. Gövde odunsu yapıda olmasına rağmen hızlı sürgün gelişiminden dolayı bitki kendi ağırlığını taşıyamamaktadır. Bunun için telli terbiye sistemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Yabani formları ağaçlara tırmanarak büyümektedir. Kışın yaprağını döken çok yıllık bir bitkidir. Sürgün gelişmesi çok kuvvetlidir. Özellikle erkek bitkilerin sürgün gelişmesi daha hızlıdır. Tırmanıcı olmasına rağmen asmadaki gibi tutunmak için sülük gibi bazı özel organları bulunmamaktadır.

KÖK
Sistemde kökler en önemli unsur olup hayati önem taşımaktadır. Çünkü kökler sistemde en çok hasar görmeğe müsait kısımdır. Toprak yapısına göre değişmekle birlikte toprağın çoğunlukla 40 cm' lik kısmında yoğunlaşmaktadır. Kökler çoğunlukla saçak kök yapısına sahip olup kökler şişkince ve etli yapıda olmaktadır. Derin, hafif ve süzek topraklarda kökler daha derinlere inmekle beraber geniş bir dağılım göstererek topraktaki bitki besin elementlerinden daha fazla faydalanmaktadır. Uygun yapıda olmayan topraklarda ise kökler toprak kaynaklı mantarı hastalık ve zararlılardan (nematod) çok etkilenmekte olup bitkinin gelişimi gerilemekte ve sonuçta ölüm oluşmaktadır.

GÖVDE VE SÜRGÜNLER
Gövde odunsu yapıda olmasına rağmen hızlı sürgün gelişiminden dolayı bitki kendi ağırlığını taşıyamamaktadır. Bunun için telli terbiye sistemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca yeni tesis edilen bahçelerde gövdenin dik durması ve düzgün gövde oluşturulması için destek hereğinin çakılması gerekmektedir.
Dikimden sonra terbiye şekline göre şekil budaması yapıldıktan sonra ana dal üzerinde yan dalların düzgün bir şekilde oluşturulması gerekmektedir. Yan dallar düzenli bir şekilde terbiye edilirse bitkinin gelişmesi ve verimi daha iyi olur. Yan dallar gövdeden hemen çatallaştırılmamalı, yayvan ve yere paralel olacak şekilde oluşturulmalıdır. Yaklaşık 150-200 cm uzunluğunda ve zıt yönde bırakılan iki adet ana dal, gövde ile birlikte kivinin iskeletini oluşturmaktadır.
İlk baharda süren genç ve taze sürgünlerin, odunlaşması yaz ortasında (Temmuzun ikinci yarısında) başlar yaprak dökümünde son bulunmaktadır. Sürgünler uygun koşullarda 5-7 metre boylanabilmektedir. Sürgünlerin uç kısmı sarılıcı kahve renkli ve tüylüdür. İyi meyve veren sürgünlerin boğum araları daha kısa, belirgin, dolgun olmakta ve sürgünün ucu bir gözle son bulmaktadır. Ana dallar üzerinde boğum araları uzun, çapları geniş, boyları uzun ve dik büyüyen sürgünler ise obur dalları oluşturmaktadır. Bu sürgünler eğer vegetasyon periyodu içerisinde (yaz ortasında) sürerse hiç meyve vermez. Bunun için yaz budaması esnasında bu dalların çıkarılması gerekmektedir. Bunun yanında kış dinlenmesinden çıkışta süren obur dallar az da olsa meyve vermektedir.

GÖZLER
Gözler çoğunlukla bir yaşlı sürgünler üzerinde bulunan yaprak koltuklarının üzerinden meydana gelmektedir. Bunun yanında nadir olmakla birlikte 2 ve 3 yaşlı dallar üzerinde de oluşabilmektedir. İlkbaharda gözler normal olarak çubukların uç boğumlarından itibaren uyanmaya başlar. Bu nedenle çoğunlukla en verimli olan bu uç gözler en ilk uyanan gözlerdir.
İlkbaharda süren genç sürgünlerin dip kısmında çiçek salkımları meydana geliyorsa bu gözlere verimli göz denir. Verimsiz gözlerde ise sadece sürgün ve yaprak taslakları bulunur. Sürgün üzerinde bulunan gözlerin tamamı uyanmaz. Özellikle sürgünlerin alt ve dip kısmındaki gözler ile gelişmesini tamamlayamamış yassı gözlerde uyanma az olmaktadır. Gözler soğuklama ihtiyacını karşıladıktan sonra sürmeye başlamaktadır.

YAPRAK
Yapraklar sürgün üzerinde bulunan gözlerin alt kısımlarından meydana gelmektedir. Yapraklar, oval, kalp şeklinde olup üst yüzeyleri koyu, alt yüzeyleri ise açık yeşil ve ince tüylerle kaplıdır. Yaprak kenarları dişlidir. Görünümü çok güzel olan yapraklar, oldukça büyük olmakla beraber kağıt yapımında da kullanılabilmektedir.

ÇİÇEKLER
Kivilerde çiçekler yaprak altında tek tek veya salkım halinde oluşur. Dişi bitkilerde oluşan çiçekler çoğunlukla tek tek bazen de üçlü salkımlar şeklinde oluşur. Erkek bitkilerde ise üçlü veya beşli salkımlar halinde oluşur.

MEYVE
Kivi meyveleri dişi çiçeğin döllenmesi ve yumurtalığın gelişmesi sonucu oluşur. Olgun meyvede kabuk açık kahverengi, kısa ve yumuşak tüylerle kaplıdır. Döllenmeden itibaren meyve oluşumu için ortalama 20-24 haftalık bir süre gereklidir.
Meyveler çeşitlere göre değişmekle birlikte 4-5 cm eninde, 6-9 cm boyunda ve ağırlıkları 40-150 g arasında değişmektedir.
Meyve silindirik ovalden yuvarlağa yakın yumurtamsı şekilde olmaktadır. Meyve şekli dıştan içe doğru tüyler, kabuk, dış meyve eti, iç meyve eti, çekirdek, çekirdek evi, yumurtalık izleri ve meyve özünden meydana gelmiştir.
Kivi meyvesi %80 oranında su %20 oranında kuru madde ihtiva eder. Kivi meyvesi C vitamini bakımından zengindir. 100 gram taze meyvede 100-400 mg C vitamini bulunur.

İKLİM İSTEKLERİ
Kivi genelde kışları ılıman yazları sıcak ve nemli bir iklime ihtiyaç duymaktadır. İlkbahar ve sonbahar donlarının görülmediği yerlerde yetiştirilmesi uygundur. İlkbaharda gözlerin sürmesi ile yaprak dökümü arasında 230- 260 gün don olmayan yerlerde yetiştiriciliği rahatlıkla yapılabilmektedir. Özellikle gözlerin sürmesi ve yapraklanmadan sonra meydana gelen don olayları bitkiye büyük zarar vermektedir. Meyvelerin hasat döneminde ise -2C derecede meyveler zarar görürler. Soğuklanma isteği, kültürü yapılan çeşitlere göre değişmekle beraber +7C altında 400-1000 saat'dir. Soğuklanma ihtiyacının karşılanmayan gözlerin uyanması daha az olmakta ve verimde düşüşlere neden olmaktadır.
Yıllık sürgünler aşırı rüzgarlardan olumsuz şekilde etkilenmektedir. Bunun için bahçeler tesis edilirken rüzgara karşı gerekli önlemler (rüzgar kıran) alınması gerekir. Aksi takdirde yeni sürgünlerin dallara bağlantısı kuvvetli olmadığından kolayca kırılabilmekte ve verimi olumsuz etkilemektedir.
Kivi, suyu sevmekle beraber vejatasyon dönemi içinde düzenli olarak 800 - 1400 mm arasında yağış alan bölgelerde rahatlıkla yetiştirilebilmektedir. Bu durum göz önüne alındığında ülkemizde bu yağış düzenine uyan tek bölge Doğu Karadeniz bölgesi olup diğer yörelerde sulama yapılmadan yetiştirilmesi mümkün değildir. Hatta bu bölgede bile yer yer havaların kurak gittiği zamanlarda sulama yeterince yapılmadığı taktirde bitki gelişmesi duraklamakta ve meyve verimi ve kalitesinde önemli azalmalar olmaktadır.

TOPRAK İSTEKLERİ
Kivi bitkisi toprak isteği bakımından seçicidir. Kökler olumsuz toprak şartlarından etkilenmektedir. Özelikle saçak köklerin çokluğu ve hassas oluşu kivinin toprak isteğinin önemini göstermektedir. Bu bakımından ağır olmayan, derin, süzek ve geçirgen, gevşek yapılı organik maddece zengin nötür veya orta asit karekterli Ph 5 - 7 arasında olan topraklar kivi için uygun topraklardır. Ağır, su tutan, drenajı iyi olmayan ve taban suyu yüksek olan topraklar ise uygun değildir.

ÜRETİM TEKNİKLERİ
Kivi çoğaltılması kolay olan meyve türlerinden biridir. Tohumla çoğaltılabildiği gibi aşı, çelik ve doku kültürü yöntemleri ile çoğaltılabilmektedir. (http://www.biriz.biz)