güneş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
güneş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

02 Ekim 2009

Peru Zakkumu

ağaççık, çalı
Peru zakkumuna (Thevetia peruviana) şapka çıkarıyorum. Bahçeye hemen hemen ilk ektiklerimizden. Bahçe kapısının hemen yanına, duvar dibine ekiverdik. Önündeki zeytin, ayrıca pembe-beyaz begonyalar, hatmiler ve de sürekli üstüne doğru sürülüp duran demir sürgülü kapı... Kaç kere artık öldü herhalde dedik. 7-8 sene süründü. Ama her yıl bir iki çiçekle bizi sevindirdi. O kadar gayretliydi ki elimizi atıp da herhangi bir müdahalede bulunursak küser endişesiyle hiç yakınına gitmedik. Bu yıl çıldırdı. Mayıs ayında çiçeklerini açmaya başladı, şimdi aylardan ekim, hala çiçek açıyor.
O bölge çok nadir su görür ama bahçenin en uzun güneş alan köşesi, yani en sıcak köşelerden biri. Begonvil ve zeytin de muhtemel kavurucu yaz güneşine karşı onu biraz gölgeleyerek koruma altına almışlar.
Bitkinin zakkum diye adlandırılması yanıltıcı. Gerçi bildiğimiz zakkumla (Nerium oleander) hem aynı takıma mensup (Gentianales) hem de aynı aileye Apocynaceae ama Peru Zakkumu ayrı bir tür, bir Güney Amerikalı. Batılı kaynaklar 15-16 derecenin altında pek yaşayamadığını söylüyorlarsa da sanırım Güney Ege'nin iklimine uyum sağlamış. Bizim bölgede pek çok bahçede bu bitkiye rastladım. Gene de biraz korumak gerekebilir.
Bizimki gibi kendi haline bırakıldığında bir ağaççık olabiliyor (9 m), yoksa süslü bir çalı.
Meyvelerinden de bahsetmek gerekirse ceviz sertliğinde, ama yenmiyor (zaten bütün diğer aile üyeleri gibi zehirli). Peru'da bu meyvelerden müzik aleti olarak yararlanılıyormuş.
Ekim ayında olmamıza rağmen uçlarından çelik alıp diktim. Zakkumla akraba olduğuna göre bakarsın tutar. Ayrıca çekirdeklerini de ekeceğim. Bakalım ne olacak.

05 Haziran 2009

Lavantin _ Santolin

çalı
Yazın fazla suyla karşılaştı mı kuruyup giden, bütün gün üzerinde güneş olanca haşmetiyle parlamadı mı keyfi kaçan tipik bir Akdeniz bölgesi bitkisine en iyi örnek lavantin, nam-ı diğer santolin ya da Kıbrısotu (Santolina chamaecyparissus), çocukluğumun bitkisi. Yanından geçerken avuçlamamak mümkün değil ya da ucundan koparıvermek. O ne güzel kokudur...
Bahçede hemen taş kenarlarına diktim. Şubat ayında neredeyse dipten budamak gerektiğini bilmediğimden kısa zamanda küçük tepecikler oluşturdular. Gölgede kalanlar ya da suyla fazla temas edenler ise bu baskıya dayanamayıp kurudular. Kalan sağlar yeni fidanlarla kısmen takviye edildi. Yemyeşil bir bahçede gri renkleri gözleri dinlendiriyor. Sebze bahçeleri için de ideal bir kenar süsü. Her keskin kokulu bitki gibi böcek, karınca vs kaçırıcı bir etkisi var. Ama galiba örümcekler de benim gibi bu çiçeği seviyormuş.
Herkes bu bitkiyi çelikten çoğaltmak çok kolay diyorsa da ben henüz başaramadım. Bu yıl bir kere daha şansımı deneyeceğim.
Lavantinin papatyagillerden (Asteraceae) olması doğrusu benim için bir sürpriz oldu. Adından, ayrıca o keskin kokusundan dolayı ben onu hep lavantayla eş tutardım. Fark etmez, ben gene de ona lavanta muamelesi yapıyorum. Budayıp budayıp dolaplarımın içine, halıların altına atıyorum. Güveleri ve diğer haşereleri uzak tutsun diye. Doğru mu yapıyorum, bilmiyorum ama hiç değilse dolapların içi daha az küf kokuyor.
Fiziksel Özellikleri: Santolina gri rengi ve 30-60 cm arasındaki boyu ile herdem yeşil bir yer örtücüdür. Bitkinin yayılma genişliği 1 m kadardır. Gri renkteki görüntüsünü, ibreli bitkilerinkini andıran beyazımsı gri renkli küçük ve kokulu yapraklarından alır. S. chamaecyparissus’ un bahar aylarında başlayıp sonbahara kadar yayılan bir çiçeklenme periyodu vardır. Çiçekleri parlak sarı renkte olup 0,5 cm genişliğinde ki küçük çiçeklerin bir araya gelmesi ile grup halinde büyüklüğü 1-2 cm’ ye varan bir görüntüdedir. Hava sıcaklığının çok düşük olduğu yerlerde don zararına maruz kalabilir ve kışın neredeyse ölmüş bir bitki gibi görünür, dipten budandığı takdirde bahar aylarında kendini toparlamış olarak yeniden yeşerir ve sağlıklı görüntüsüne bürünür. Santolina çok hızlı büyüyen ve yayılan bir bitkidir, eğer yaşlı bitkilerde açılamalar ve cansızlıklar tespit edilirse, bu bitkilerin budanarak kendilerini yenilemelerine izin verilmelidir.
Işık: Santolina güneşli mekanlardan hoşlanır, özellikle set yüzeylerden yansıyarak gelen sıcaklığa dayanıklıdır. Yarı gölge yerlerde de yetişebilir ama gölge oranı belirli seviyenin üzerine çıktığında görüntüsünde açıklıklar ve cılızlık olur.
Su: Su isteği ortalama bir bitkininki gibi olan Santolina kış aylarında daha az su ister, yazın haftada bir sulandığında bitki daha canlı görünür ve daha çok çiçek verir.
Toprak: Her tür toprakta yetişir.
Üretim: Üretim çelikle yapılır.


Lavantinin şifalı otlar arasında da yeri varmış.
Sinirleri teskin eder ve zamanla kuvvetlenmesini sağlar.
Sinir zafiyeti, melankoli, sinir krizleri, sinir yorgunluğu, migren, baş ağrısı ve baş dönmesi hallerinde çok fayda verir, öfke, kızgınlık halinde insana sükunet ve normal düşünme im­kânı verir. Kalbi kuvvetlendirir ve çarpıntıları giderir. Tansi­yonu düşürür, imtihan veya konuşma sırasındaki heyecanını yenmek için çok fayda sağlar. Aşırı heyecanı giderir.

12 Mayıs 2009

Amaryllis

soğanlı bitkiler

Amarilisi tanımaya karar verince her zamanki gibi internete başvurdum, özellikle de Wikipedia'ya ya.
[Bu arada hiç de botanikle ilgisi olmayan bir iki söz: Zaman zaman neden hiçbir bitki için anavatan olarak Türkiye ya da en azından Anadolu gösterilmez diye hep merak ediyorum. Oysa şu kadar endemik bitkimiz var deniyor. Özellikle Wikipedia'ya bakıyorum. Batı Ege'de Yunan adaları, oradan İran ve Arap yarımadası, Mısır. Anadolu yok. Lütfedilen en yakın tarif Batı Asya. Mesela Nergis bölümünün Almancası şöyle diyor:
Eine Bedeutung in der mitteleuropäischen Gartenkunst haben Narzissen seit der sogenannten orientalischen Phase von 1560 bis 1620, als sie gemeinsam mit Tulpen und Hyazinthen in die Gartenkultur gelangten.
(Mealen şöyle: Orya Avrupa bahçe sanatında laleler ve sümbüllerle birlikte nergisler, 1560_1620 yılları arasında orientalistik diye adlandırılan dönemde önem kazanır
.
Şu orientalist dönemin açıklaması şöyle:
Als Orientalische Periode bezeichnet man in der mitteleuropäischen Gartenkunst die Zeit zwischen 1560 und 1620. In dieser Zeit der Renaissance wurden besonders viele, meist exotische Zierpflanzen eingeführt, um damit Gärten und Parkanlagen zu gestalten. Eine besondere Rolle spielten dabei Tulpen, Hyazinthen und Narzissen, die aus dem südlichen und südöstlichen Europa nach Mitteleuropa eingeführt wurden.
Die erste Tulp
e gelangte vermutlich im Jahre 1554 im Gepäck eines Habsburger Diplomaten von Konstantinopel nach Wien. Diese Pflanze fand sehr schnell Verbreitung. Bereits 1559 pflegte ein Augsburger Kaufmann in seinem Garten Tulpen. Eine besondere Rolle in der Verbreitung vor allem der Tulpe kommt jedoch dem Botaniker Carolus Clusius zu, der als Direktor des Botanischen Gartens im holländischen Leiden Tulpenzwiebel pflanzte und Tulpenzwiebel an seine Briefpartner in ganz Europa sendete. Bereits in den 1610er Jahren kam es in Frankreich zu einer ersten Spekulationswelle mit Tulpen. Ihre Höhepunkt erreichte die Tulpenmanie jedoch nach dem Ende der orientalischen Periode. Von 1632 bis 1637 waren Tulpen das begehrteste Spekulationsobjekt.
Hepsini çevirmeyeceğim. Güney ve güneydoğu Avrupa'dan getirilen nergisler ve ayrıca 1554'de Konstantinopel'den (ve nedense her kentin şimdiki adı kullanılıyor da bir tek İstanbul tarihi adıtla anılıyor) çalınan lale soğanlarından söz ediliyor. Sonraki bölümde nergisin yetiştiği yerlerden söz ediliyor. Çevirmeyeceğim, yalnızca bölgelerin adlarını siyah olarak vereceğim.
Narzissen waren ursprünglich im südlichen Europa beheimatet mit Hauptverbreitungsschwerpunkt auf der Iberische Halbinsel. Von dort aus haben einige Arten den Sprung über die Meerenge von Gibraltar geschafft und besiedeln heute auch die nordwestafrikanische Küste. Die herbstblühende Narcissus elegans ist beispielsweise heute an der Küste von Marokko bis Libyen zu finden. Sie kommt außerdem an den Küsten Korsikas, Sardiniens und Italiens vor. Ähnliches gilt für die Reifrock-Narzisse (Narzissus bulbocodium), die in Nordafrika in einem schmalen Verbreitungsband von Tanger bis nach Algier vorkommt. Zwischen Tanger und Marrakesch weist sie außerdem ein disjunktes Verbreitungsgebiet auf und ist außerdem auf der westlichen Iberischen Halbinsel zu finden. Die Küsten des gesamten Mittelmeerraumes dagegen hat Narcissus serotinus besiedelt. Die Tazette findet man auch im Iran und im Kaschmir. Da diese Narzissenart zu den ältesten in Kultur befindlichen und am frühesten züchterisch bearbeiteten Narzissen gehört, muss man davon ausgehen, dass sie zumindest im Kaschmir eingeführt wurde.
Besonders großräumige Verbreitungsgebiete weisen die Dichter-Narzisse (Narcissus poeticus) und die als Osterglocke bekannte Narcissus pseudonarcissus auf. Das Verbreitungsgebiet der Dichternarzisse reicht in östlicher Richtung von den Pyrenäen entlang der rumänischen Karpaten bis zum Schwarzen Meer und entlang der dinarischen Küste bis nach Griechenland.

I. Viyana Kuşatması, 27 Eylül-16 Ekim 1529 tarihlerinde, II. Viyana Kuşatması, 1683 yılında yapılmış. Anlaşılan o ki botanikçiler bile hala o günleri hazmedememiş. Türklerle ilgili herhangi bir şey ağızlarına almama, o dönemi hafızalardan silme çabalarına katkılarını esirgemiyorlar.
Şimdi benim gibi bir bahçesi olup da bitkileri okuyarak da öğrenmek isteyen her bitkisever, eminim benimle bir konuda hemfikirdir: Türkçe bitki tanıtım sayfaları bir r
ezalet. Hepsi ya çeviri ya da birbirinden kes-yapıştır yöntemiyle türetilmiş, ciddiyetinden pek emin olamadığım, bazen de yalnızca dar botanik çevresi için yazılmış, anlaşılmaz, aşırı 'bilimsel' yazıcıklar. Hele Wikipedia kesinlikle fiyasko. Wikipedia'nın bitkilerle ilgili Türkçe sayfalarına yalnızca Türkçe adlara karşılık bulma umuduyla bakıyorum. Hani Anadolu bilmem kaç tane endemik bitki cenneti?]

Bu serzenişten sonra bitkiye geri dönebiliriz. Amarilis bitkisi beni kuşkonmaz düzenine götürdü. Belki de en zengin düzen. Kuşkonmaz dışında sümbül, frezya, süsen, nergis, çiğdem, ayrıca ve tabii ki soğan, sarımsak ve pırasa, sonra orkide ve glayör, bu da yetmezse agave ve yucca.
Soğanlı bitkilerle ilgili şöyle bir püf noktası var. Çiçeği geçtikten sonra, yapraklar sararana kadar bitkiyi sulamak (hatta gübrelemek) gerekiyor (bu sırada soğan uykuya geçmeden önce yeni ürünler için kuvvet topluyormuş). Yapraklar sararınca da ya soğanı saksısıyla ya da topraktan çıkartarak kuytu ve kuru bir yere almak gerekiyor. Ekerken iki kural var. Bazı soğanları boylarının bir misli derinliğe gömmek gerekiyor, bazılarını ise boyunları toprağın dışında kalacak şekilde yerleştirmeli. Toprak da geçirgen olmalı.

03 Mayıs 2009

Portakal

ağaç



Portakala neden portakal deriz? Sadece biz değil... Portakal, Bulgarlar için 'portokal', Yunanlılar için 'portokali', Acemler için 'porteghal', Romanyalılar için 'potocala', Güney İtalya'da Neapolitenler için 'portogallo' ya da 'purtualle', Araplar için 'al-burtuqal', Gürcüler içinse 'phortokhali'... 15. yüzyılda portakalı Hindistan'dan getirip satanlar, Portekizlilermiş, yani 'Portekiz'den gelen.
Narenciye sözcüğünün kökü ise Sanskritçe: nāraṅgaḥ. Acemler nārang, Ermeniler nārinj, Araplar nāranj, İspanyollar naranja, Portekizliler laranja, İtalyanlar arancia ya da arancio demiş. Eski Fransızca'nın orenge'ı sonunda bugünkü orange'ı ortaya çıkarmış. Bir meyvenin yaptığı yolculuğu bundan daha iyi anlatacak bir şey var mı?

Çevremizdeki çoğu bitki gibi Çin kökenli olan portakal (Citrus sinensis), turunçgillerden (Rutaceae). En ilginç tarafı doğrudan çekirdekten yetiştirilememesi. Bir anaç _ki bu genelde turunç (Citrus aurantium) oluyor_ üzerine aşılanıyor. Söylentilere göre ekilen portakal çekirdeği portakal değil, gene turunç verirmiş.
Limonun aksine dona fazla dayanaklı değil. Gece soğukluğu 0'ın altına fazla düşmemeli. Diğer meyve ağaçlarının aksine yazın bol bol sulanmalı ve tıpkı diğer meyve ağaçları gibi hastalıklardan korunmalı. Bordo bulamacı ve yazlık yağ. Ayrıca arap sabunu-ispirto karışımı. Bunlar iyi netice veriyor.
Turunçgillerle ilgili ilginç bir ayrıntı: Meyvelerin renginin yeşilden sarıya ya da turunca dönmesi için havanın belli ölçüde soğuması gerekirmiş. Tropikal bölgelerde bu yüzden meyveler hep yeşil kalırmış. Renk, olgunlaşma işareti de sayılmıyor. Yemeden meyvenin tatlılaşıp tatlılaşmadığını anlamak mümkün değil.
Portakalın kimlik Kartı
Portakal, turunçgiller familyasından bir ağaç. Boyu 2-10 metre arasında değişiyor. Yaprakları sert, dayanıklı ve düz kenarlı. Kabuklarından portakal esansı elde ediliyor. Eczacılıkta ve gıda sanayisinde kullanılıyor. Çiçeklerinden de portakal çiçeği esansı yapılıyor.

Çeşitlerine gelince:
Portakalın çekirdekli ve çekirdeksiz çeşitleri var. Çekirdeksiz cins olan yafa portakalı Finike, Mersin ve Hatay'da yetişiyor. Kalın kabuklu ve uzunca meyveli. Kabuklarından reçel yapılır. Dörtyol portakalı ise çekirdekli. İnce kabuklu ve sulu. Washington (erken çeşit), çekirdeksiz, Güney Anadolu ve Doğu Karadeniz'de Rize çevresinde yetişiyor. Kalitesi özellikle Antalya ve Muğla (Fethiye, Marmaris, Köyceğiz) yörelerinde daha iyidir. Thomson daha düzgün, pürüzsüz kabuklu fakat daha az sulu ve daha açık renkli. Yafa iklim ve toprak istekleri bakımından seçici. Özellikle Mersin yöresinde yetişir. Elverişsiz koşullarda meyveler iri ve susuz, meyve kabuğu çok pürüzlü, kalın ve kaba olur. Verim azalır. Valancia geç olgunlaşan (Mart) bir çeşittir.
Bir de kan portakalı.

Bileşimindeki etken maddeler
* C vitamini
* Karbonhidrat
* Potasyum
* Folik Asit
* Bioflavin
Genel faydaları:
* Soğuk algınlığı, grip, kas incinmesi, kalp hastalıkları ve felçten korur,
* Portakal suyundaki bir antioksidan olan bioflavin damarları ve kılcal damarları güçlendirerek kalbin zarar görmesini engeller, ezik ve çürüklerin daha çabuk iyileşmesini sağlar,
* İçerdiği C vitamini ve folik asit sayesinde öksürüğü azaltır,
* Kanın pıhtılaşmasını,mide ve pankreas kanserini önleyici etkisi vardır,
* İçerdiği yüksek potasyum tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur. Aynı zamanda,içerdiği potasyum, cildin kuruyup kırışıklıkların oluşmasını da önler,
* Çocukların hastalıklardan korunması ve fiziksel gelişiminin tam sağlanması için gerekli olan cevherler dolu bir meyvedir.
* Kabuklarında bulunan uçucu maddenin bazı kanser türlerinin tedavilerinde çok önemli iyileştirici bir madde olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Cildi güzelleştirir
Yapısında karoten bulunduğu ve kanı temizlediği için portakal aynı zamanda cildi güzelleştirir ve ona tatlı bir pembelik kazandırır. Güney Fransa'da ve İtalya'daki köylü kızları, ciltlerinin parlaklığı ve pembeliğini portakala borçlu olduklarını söylerler. Kabuklarındaki esans sivilcelere sürüldüğünde biraz yanma yapar ama 2 ayda ortadan kaldırır.

22 Nisan 2009

Enginar

çalı, rizom
Enginar (Cynara scolymus) kadar beni şaşırtan bir bitki az bulunur. Her şeyden önce İstanbul'un sokaklarında temizlenip de satılmasına ve lüks gıda olarak sofralarımızı süslemesine alışkın bir insanın buraya gelip de her bahçede neredeyse kendiliğinden yetişen küçük çalıcıkları görüp de şaşırmamasına imkan yok. Enginar kadar kolay ve zahmetsiz bir bitki herhalde yoktur (bir de börülce için aynı şeyi söylerler). Sonbaharın sonlarında, güçlü bir yağmurun ardından birden yerden yaprak bitiyor, hızla büyüyor. Aralık ayına doğru sürgünler temizlenip başka yerlere ekiliyor. Bu da onların görüp göreceği tek bakım oluyor. Sümüklüböcek takıntısı olanlar isterlerse yapraklara, özellikle de goncaların yükseleceği noktalara yerleşmiş böcekleri tek tek temizleyebilir (nedense bu hayvanlar bu bitkiye bayılıyor). Sıra beklemeye geliyor. Ben zaman zaman çevrelerine de bakla ekiyorum. Hani hem baklanın azotu enginara gübre olsun diye hem de madem birlikte pişince çok güzel oluyorlar toprakta da yan yana büyüyüp birbirlerine destek olsunlar diye. Goncalar yeterince büyüyünce de saplarından bir güzel kesiliyor ve sonra afiyetle yeniliyor. Tabii birkaç goncayı bitkinin üstünde bırakmakta yarar var çünkü _ve bu da işte başka bir sürpriz_ bizler meğersem enginarın goncalarını yiyormuşuz. Bırakıldıklarında olağanüstü çiçekler oluyorlarmış. Ve bu çiçeklere bakıp da bunları devedikenine benzetmemek de mümkün değil. Nitekim devedikeni enginarın el değmemiş hali imiş. Bunu yazıyorum ama bu konuda çok da emin değilim. En azından şunu biliyorum ki her ikisi de, yani hem enginar hem de devedikeni, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarında olmazsa olmaz bitkiler. Galiba içerdikleri cynarin adlı madde karaciğer ve safra kesesi hastalıklarına iyi geliyor. Büyüklerimiz söylerdi. Yılda en az bir kere enginar tüketmek gerekirmiş.
Benim için üçüncü sürpriz enginarın papatyagiller'den (Asteraceae) olması. Asterales düzeninden.



Kültürü yapılan enginar sistematikte, Asteraceae familyasında yer alır. Enginarın yer aldığı Cynara cinsi içinde üç yabani tür daha bulunur.

- Cynara cardunculus L.: Akdeniz'in kıyı bölgeleri ve Latin Amerika'da yaygındır.
- Cynara syriaca Boiss: Orta Akdeniz'de (Suriye, Lübnan, Türkiye, İsrail) yaygındır.
- Cynara Sibthorpiana Boiss ve Heldr: Yunanistan ve Ege adalarında yaygındır.

Kültürü yapılan enginar Cynara scolymus L. ise Cynara cardunculus L.'in değişime uğramasıyla meydana gelmiştir (Eser ve Özen, 199).
Enginar çok yıllık bir bitkidir. Topraküstü organlan bir yıllık, toprak altında bulunan esas gövdeyi oluşturan kök kısmı ise çok yıllıktır.
Enginar tohumuyla veya bitkilerin kök ve kökboğazlanndan oluşan dip sürgünleri ile üretilir. Halk arasında bu sürgünler piç olarak adlandırılır. Generatif üretim şekli olarak bilinen tohum ile üretimde dikkatli olunmaz ise büyük oranda oluşan yabancı döllenme ve açılma nedeniyle çeşit özelliğini kaybederek atavizm, yani yabanileşme meydana gelir. Bu nedenle enginar üretiminde vegetalif üretim şekli olan dip sürgünleri ile yapılan üretim şekli kullanılır. Dip sürgünleri ile yapılan üretimde alınan dip sürgünü alındığı bitkinin bütün özelliklerini taşır. Tohumla yapılan üretim ise genelde ıslah çalışmalarında yaygın olarak kullanılır.

Kök
Enginar kuvvetli bir kök yapısına sahiptir. Çok yıllık bir bitki olması nedeniyle toprak altında yetiştiği yıl süresince kalınlaşan ve odunlaşan siyah renkli bir rizom oluşturur. Bu rizomlar üzerinde etli yan ve saçak kökler oluşur. Yan ve saçak kökler genelde 50 cm toprak derinliğinde yayılmıştır. Hafif toprak koşullarında ise bu köklerin 1.5 m derine kadar inebildiği belirlenmiştir (Günay, 1993; Abak, 1987). Rizom üzerinde adventif (uyur) gözler mevcuttur, bu gözlerden sürgün ve yapraklar oluşur. Yapraklarda oluşan depo maddeleri rizomda birikir ve çok yıllık olan bitkilerin gelecek yıllardaki yaşamlarını sürdürmelerini sağlar. Rizom toprak altında Mayıs-Ağustos aylan arasında susuz bir ortamda kaldığı sürece yaşamını sürdürür. Sulanması halinde yeniden sürerek gelişir.

Gövde
Enginar gövdesi 50-200 cm boy alabilir. Gövde yuvarlak ve üzeri boyuna çizgilidir. Gövdede yeşil renk hakim olup bu renk bazı çeşitlerde antosyan oluşturması nedeniyle mor renge döner. Gövde üzerinde yapraklar almaşık olarak dizilmişlerdir. Bitki yaprak koltuklarından 2-5 adet yan dal oluşturabilir. Ana gövde ve yan dallar bir çiçek tablası ile son bulur. Bir enginar ocağından 10-15 adet ayrı gövde oluşabilir, ancak kalite ve verim yükseltilebilmesi için bunlardan 2-3 adedinin gelişmesine izin verilir.

Yaprak
Yapraklar çok değişik yapıdadır. Enginar yapraklan 50-80 cm uzunluğa ulaşabilir. Şekilleri uzun ve oval, hafif parçalı veya çok parçalı yapıda olabilir. Yaprak kenarları bazı çeşitlerde parçalı, girintili çıkıntılı (yerli enginar) olabildiği gibi bazı çeşitlerde düzgün ve geniş ayali (sakız enginarı) olabilmektedir. Yaprakların üzeri düz, gri ve yeşil, alt yüzleri ise beyaz ince tüylerle kaplı ve boz renklidir.

Baş
Bir enginar ocağında ana sürgün ucunda oluşan başa "baş enginar", yan sürgünlerde oluşan başlara ise "kol enginar" adı verilir. Çeşitlere göre değişmekle birlikte bir enginar başının çapı 3-15 cm, ağırlığı ise 200-700 g arasında değişir. Baş uzun, oval, uzun-oval, omuzlu oval, yuvarlak ve basık şekilli olabilmektedir (Abak, 1987). Baş büyüklüğü bakımından da çeşitler arasında önemli farklılıklar vardır. Bazı çeşitlerde baş çapı 5 cm iken bazılarında 10 veya 15 cm olabilmektedir. Baş yüksekliğide 6-13 cm arasında değişir. Başın brakte yaprakları da uzun-dar veya kısa-geniş olabilmektedir. Bazı çeşitlerde ise brakte yaprağının ucu dikenlidir. Yine bazı çeşitlerde brakte yapraklar sıkı olarak birbiri üzerine dizilmişken bazılarında oldukça gevşek bir yapı gösterirler. Brakte yaprakların boyu genellikle eninden büyük ve üçgen şekillidir. Başın dış tarafındaki brakte yapraklan koyu yeşil, iç kısmındakiler ise açık-yeşil renklidir. Buna karşılık bazı çeşitlerde brakte yapraklan menekşe-mor renkli de olabilmektedir (Violet de Provence çeşidinde olduğu gibi). Tüketim şekline bağlı olarak ülkemizde yetişen enginar çeşitleri farklı özellikler göstermektedir. Her ne kadar dünya ülkeleri arasında çok fazla bilinen bir sebze olmamasına rağmen günümüzde tüketim amacına yönelik çeşitler geliştirilmektedir. Ülkemizde yaygın olarak yetiştirilen çeşitler ve bunların özellikleri aşağıda özetlenmiştir.
Sakız enginarı: Ege bölgesinin İzmir, Çeşme ve Karaburun tarafında yaygın olarak yetişen çok erkenci bir çeşittir. Akdeniz bölgesinde de üretimi yapılmaktadır. Orta irilikte, sıkı ve hafif uzun baş oluşturur. Taze tüketime uygundur ve brakte yapraklan ile çiçek tablası yenir. Çiçek tablası çok geniş değildir. Çeşidin tipik özelliği yapraklarının parçalı olmayışı ve kenarlarının düz oluşudur.
Yerli enginar: Ege ve Akdeniz bölgesinde yetişir. Yapraklan parçalıdır ve başlar sakız enginarına göre daha küçük ve basıktır. Bu çeşidin bitkileri verime geç yatar ve daha küçük ve basık baş oluştururlar.

Marmara bölgesinin İstanbul ve Bursa yöresinde yetişen sofralık ve konservelik bir çeşittir. Oldukça iri ve basık başlı özellik gösteren bu çeşit aynı zamanda iri çiçek tablası taşır. Geçci çeşit olması taze tüketim oranını azaltmaktadır. İri çiçek tablası konserveye uygundur.

Çiçek
Enginarın sebze olarak değerlendirilen baş kısımları bitkinin çiçeğini oluşturur. Tüketilen kısım bir çiçek tomurcuğudur. Çiçekler erselik yapı dır ve bir baş 600-1200 adet çiçek taşır. Çiçekler mor-erguvan renktedir. Çiçeklenme çiçek tablasının dışından başlar ve merkeze doğru ilerler.
Çiçek 4-5 günde çiçeklenmesini tamamlar. Bu çiçek tomurcuğu üzerinde çok sayıda brakte yaprağı bulunur. Brakte yapraklarının iç kısmında çeşitlere göre değişen irilikte çiçek tablası vardır. Esas tüketilen kısım olan bu tablanın kenarlarında bir veya iki sıra dizilmiş mor-erguvani renkte çiçeğin taç yapraklan bulunur. Ortada ise erkek ve dişi çiçeklerden oluşan çiçek topluluğu mevcuttur. Eğer enginar başı hasat edilmezse bu taç yapraklar gelişerek brakte yapraklan arasından dışarı çıkar ve mor-erguvani renk alırlar. Tablanın ortasında bulunan çiçek topluluğu tüylerle çevrilidir. Bu tüylerin tabla ucunda ise tohumlar oluşur. Döllenmeden 35-40 gün sonra tohumlar olgunlaşır.

Tohum ve çimlenme özellikleri
Enginar çiçeğinin tozlanma ve döllenmesi tamamlandıktan sonra hem brakte yapraklar hemde taç yapraklar beyazlaşmaya başlar. Erkek ve dişi organlarının oluşturduğu tüysü yapı kurur ve tabla üzerinde tohumlar oluşur.
Tohumlar koyu kahverengi, siyah-mor renkli ve kırçıllıdır. Sert yapılı olan tohumlar 5-7 mm uzunlukta, 4-6 mm kalınlıkta olabilir. Bir gramda 15-25 adet tohum bulunur. Tohumlar çimlenme özelliklerini 4-6 yıl korurlar. Tohumların optimum çimlenme sıcaklıkları 20-30°C dir. Çimlenme için karanlık koşullar isteyen tohumlar 12-14 günde çimlenmesini tamamlar (Anonymous, 1996 b).

Yetiştirilme İstekleri
Ege Bölgesinde Eylül-Mayıs ayları arasında 9 ay süreyle gelişen enginar bitkileri, 3 ay süre ile dinlenmeye bırakılır. Bitkiler dinlenmeye bırakılmazsa meydana gelecek başlar küçülür, verim ve kalite düşer.

İklim isteği
Enginar ılık iklimlerde yetişen kışlık bir sebzedir. Çok soğuk ve sıcaktan hoşlanmaz. Kış aylarında sıcaklık 0°C altına düşerse yaprak ve başlarda önemli zararlar oluşur. 20°C üzeri sıcaklıkta gelişme yavaşlar, 25°C üzerinde ise gelişme durur. Sıcak ve kurak koşullarda baş sertleşir ve kalite düşer (Abak, 1987). Enginar üretilen bölgelerdeki ilk donlar da önemli zararlar yapar. Erkenci özellik gösteren çeşitlerde erkenci ve turfanda ürünün oluşumu engellenir. İlkbahar döneminde oluşan kurak ve sıcak havalar ise özellikle geçci konservelik çeşitlerde başların küçük kalmasına, gevrekliğinin azalmasına, acılaşmasına ve liflenmeye neden olur. Artan sıcaklık ile başlar hemen çiçeklenmeye geçer ve verim düşer.
Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde hüküm süren ılık ve nemli iklim şartları enginar üretimi için son derece elverişlidir. Optimum gelişme sıcaklığı 15-18°C'dir. Bunun yanında iyi bir hava nemi ve sulama koşullan sağlanmalıdır. Macit ve Şalk (1970) enginarın kışları donsuz, yazlan serin ve bulutlu hatta sisli geçen serin iklimi çok sevdiğini bildirmektedir.

Toprak isteği
Enginar çok yıllık bitki olması nedeniyle derin bünyeli, humusca zengin ve iyi drene edilmiş topraklardan hoşlanır. Çok hafif karakterli kumlu veya çok ağır karakterli topraklan sevmez. Hafif kumlu topraklarda daha erken verim alınması ve erkencilik sağlaması yanında başların küçük kalması ve verimin azalması en önemli dezavantajdır. Bu tip topraklarda çok iyi sulama yapılmalıdır. Ağır karakterli topraklarda ise çok yıllık olar. kökler havasız kalarak çürür. Enginar için toprak pH'sı 6.0-6.5 olmalıdır. Topraktaki organik madde miktarının ise % 2 civarında olması yararlı olun Güneye meyilli yamaç araziler ise erken ısınması nedeniyle erkenci enginar üretiminde başarılı olarak kullanılabilir.
bahcesel.com'dan alınmıştır.


Enginar deyip yapılan türlü yemekleri saymamak olmaz. Ama ne yazık ki ben yalnızca enginarı yetiştirmekten hoşlanıyorum. Ne enginar ne de yardımcısı bakla... Bu sebzeyi sevenler beni affetsin.

18 Aralık 2007

Gazanya

yerörtücü

Gazanyalar (Gazania rigens) nedense benimle hiç anlaşamıyor. Nereye eksem, istediğim gibi gelişmiyor. Ya güneşi az geliyor, ya suyu fazla. Baharda şu güzel çiçekleri verdikten sonra hemen dinlenmeye geçiyorlar ya da iyice sararıp bakımsızlık görüntüsüne katkıda bulunuyorlar. Oysa çoğaltılmaları da çok kolay. Tıpkı çilek gibi. Yavrularını kopar kopar ek. Resimlerden birinde de görüleceği gibi düştükleri yerde çoğalıp büyüyorlar.


Aslında haklarında farklı rivayetler mevcut. Bir Alman sayfasında çok bol su istedikleri iddia ediliyor. Türk sayfalarından birinde (galiba Murat Pilevneli'ninkiydi _ www.bahcevan.com)
susuz da yetişebilen bitkilere örnek gösteriliyordu. Ben ona inanmayı tercih ediyorum. Zaten çileklerin kenarlarında yetiştiklerine göre suyu paylaşsınlar.

27 Haziran 2007

Mine Çalısı - Lantana camara

Çalı

Ailemizin en sevdiği çiçekler sıralamasında en başlarda gezen mine çalısı (Lantana camara) her açıdan ilginç bir çalı. Her şeyden önce renkleri... Sarı-kırmızı, pembe_sarı, düz sarı, düz beyaz... Bir kere açmaya başladılar mı neredeyse ilk soğuklara kadar hiç durmuyorlar. Bu arada renkler örneğin sarı ağırlıklı başlayıp kırmızı ağırlığa dönüşüyor (yanar döner adını buradan almış olmalı). Dallarda aynı anda hem çiçek hem meyve olabiliyor.
Çift renkliler genelde yüksek çalılar oluştururken tek renkliler daha ziyade yer örtücü ya da daha küçük çalılar olarak boy gösteriyorlar.
Özellikle yüksek çalı olabilenler aynı zamanda çok muntazam çitler oluşturabiliyor çünkü budamaya bu kadar neşeyle yaklaşan başka tek bitki herhalde ligustrumdur.
Mine çalılarının dayanamadıkları tek şey susuzluk. Hemen yapraklarını sarkıtarak protestoda bulunuyorlar. Güneşten de hiç şikayetçi olmuyorlar.
Çoğaltmak için de tek yapılması gereken, budama artıklarını toprağa batırmak.
Bütün bu özellikler, bakım kolaylığı, her türlü toprağa gösterdikleri uyum, her türlü kesime tahammül, mine çalılarını bonsai severler için de vazgeçilmez bir bitki haline getiriyor. Kışları çok soğuğa yapraklarını tümüyle dökerek tepkilerini gösterdikler gibi evin içinde fazla sıcak ya da fazla güneş görmeyen bir yere alındıklarında da aynı tepkiyi gösterdiklerinden ben onları bir güney duvarının fazla rüzgar da almayan bir köşesinde dışarda bırakmayı yeğliyorum. Tek dikkat ettiğim şey, fazla suya boğmamak, gene de susuz kalmamalarına dikkat etmek. Don olacağını bildiğim geceler susuz bırakmaya özellikle dikkat ediyorum. Yazlara gelince. Saksıdaki mine çalıları suya bir türlü doymadıkları için onları, özellikle çok sıcak aylarda, günün sadece birkaç saatini tam güneş altında geçirecekleri yarı gölge yerlere yerleştiriyorum. Ayak altında da olmaları gerek çünkü sık sık tepe uçlarını koparmak gibi sevdiğim bir işlemi ancak öyle yerine getirebiliyorum.
Mine çalısının bir diğer özelliği de yaydığı koku. Pek çok insanın yanı sıra böcekler de bu kokudan rahatsız olduğu için kopardığım yapraklardan böcek ilacı yapıyorum. Birkaç gün suda beklettikten sonra 'zararlı' böceklerin musallat olduğu bitkilere sıkıyorum, böceklerin çoğu göç ediyor.
Bitkinin diğer bir özelliği de mensup olduğu sülale. Bildiğimiz verbeneler dışında zeytinden yasemine, ada mercanından kekik naneye, acem borusundan limon nanesine kimler yok ki...

03 Mayıs 2007

Brugmansia _ Patlıcan Çiçeği

ağaççık, çalı

İnternette şöyle bir baktım, Brugmansia için Türkçe bir karşılık yok, ben de bizim yörenin bu bitkiye verdiği adı benimsemeye karar verdim: Patlıcan Çiçeği. Aşağı sarkan çiçeklerinin çana olan benzerliği nedeniyle bitkiye çan çiçeği de deniyor ama bu ismi reddediyorum. Çan çiçeği olarak adlandırılan çok bitki var çünkü. Boru çiçeği adı da acem borusuyla karışır endişesiyle kullanmadığım bir ad.
Bitkiye şöyle bir bakınca patlıcan çiçeği adını nereden aldığını anlamak zor değil. Yaprakları, yaprakların dizilişi tıpkı patlıcanınki gibi. Çiçekler de benziyor, tek fark Brugmansia'nın çiçeklerinin devasa boyutu, bir de renkleri... Patlıcanın çiçekleri uçuk mor ya da eflatun oysa Brugmansia'nın esas olarak beyaz olmakla birlikte sarısı, portakal renklisi vs var. Bu vs de ne demekse...
Bitkinin anavatanı Güney Amerika. Kökleri sağlamsa hafif donlara dayanmakla birlikte esas olarak ılıman iklim seviyor. Fazla güneşten hiç şikayetçi olmamakla birlikte yarı gölgeye de itiraz etmiyor. Suyu da yazları ihmal etmemek gerekir.
Bunun dışında bakımla ilgili bir sorun yok. Buna karşın bizim patlıcan çiçeği tam beş senedir yaşam mücadelesi veriyor. Önce hemen dibinde yapılan inşaat çalışmaları, ardından mutfak katını sel suları altında kalmaktan kurtarmak için hemen üstünden geçirmek zorunda kaldığımız drenaj borusu, ardından yaşanan o korkunç soğuk kış... Ve her seferinde topraktan yeniden yükselmesini bildi. Belki de muzlar kesin korumaya aldıkları için ilk kez bu kış yapraklarını bile dökmeden sapasağlam ayakta kaldı ve gene ilk kez bu Nisan sonunda ilk kez çiçek açtı. Her sabah önce ona selam duruyoruz.
Patlıcan çiçeği adını sevmemin bir nedeni daha var. Patlıcan, domates, biber, tütün, petunya... Hepsiyle akraba. Solanaceae ailesinden.

04 Mart 2007

Melissa - Cestrum nocturnum

Çalı


Yaz gecelerinin bazen insana ağır gelen, zaman zamansa içini açan kokusu, gece kokan melissalar... (Cestrum nocturnum). Neden bu bölgede bu bitkiye melissa demişler, neden bazı yerlerde gece yasemini adı altında geçiyor, hiçbir fikrim yok. Yaseminle bir akrabalığı yok, melissayla da. Yeşile çalan sarı çiçekleri, küçük beyaz toplar şeklindeki meyveleri ve tabii kokusuyla her zaman dikkatleri üzerinde toplamasını bilen bir bitki olduğu kesin. Ayrıca budama acemileri ve meraklıları için de biçilmiş kaftan. Hiçbir şeye küsmeyecek kadar kendinden emin, hababam büyüyor, yeşeriyor, yeni sürgünler veriyor. Kendisini bir ağaç yapmaya çalıştığımdan işimi hayli zorlaştırdığını söyleyebilirim. Budanan yaprakları dolap altlarına ve içlerine tıkıştırdığımı da eklemeliyim. Yapraklar kuruduktan sonra bile çok güzel bir koku yayıyorlar.
Çoğaltması da çok kolay. Kesilen dalların uçlarını toprağa sokmak yetiyor. Bir senelik sersemliğin ardından, bir kere köklenip yerine yerleşti mi gerisi kolay.
Su ihtiyacını hiç bilmiyorum. Ben hiç sulamıyorum. Çok sıcak bir iki gün hariç. Ama onun yetiştiği bölgede saksılarım da duruyor ve onları hiç susuz bırakmadığıma göre artan sularla besleniyor da olabilir.
Bitkinin her yerinin zehirli olduğu söyleniyor. Bir yerde zehirin içerdiği Vitamin D3'den kaynaklandığı yazıyor. Bitkinin bir gramı yetişkin bir insanın günlük D vitamini ihtiyacının on katını karşılıyormuş, bu da zararlıymış.
Aileye bakılacak olursa bu zehir meselesini anlamak kolay. Patatesten nikotine, boru çiçeğinden petunyaya, domatesten biber ve patlıcana herkes bu ailede: Solanaceae.
Başka bir yoruma gerek var mı?


Bir de Cestrum elegans diye bir tür var. Yaprakları daha kaba, kokusuz. Hızlı büyümeyi seviyor ama budamaya karşı daha hassas. Yandaki bitki olabilir mi?

22 Şubat 2007

Japon Şemsiyesi

Çalı


Uzun yıllar Papirüs adı altında evlerimizin baş köşelerini süsleyen Japon Şemsiyeleri (Cyperus alternifolius) bu kez de bahçe kapısından gelen insanlara ulaştıkları yaklaşık 2,5-3 metre boylarıyla tepeden hoş geldin diyorlar. Birbirimizi seviyoruz. Su delisi olduklarını keşfettiğim için olsa gerek, beni hiç üzmeden kendi kendilerine ha babam uzayıp duruyorlar. Tek istekleri ara sıra makası elime alıp kuruyan sapları kesmem, zaman zaman da diplerindeki gövde kırıntılarını çekip yolmam. Sınır tanımadan göğe yükselme arzuları gene de zaman zaman canımı sıkmıyor değil. Sapların giderek kalınlaşmasına karşın yer çekimine karşı koyamayıp en ufak bir rüzgar kırıntısında şemsiyelerinin ağırlığına yenik düşmeleri işten değil. Hadi gene makası eline al ve yolda yürümeni engelleyen güzelim yaprakları kes...
İçerde ya da dışarda, Japon Şemsiyeleri gerçekten sıfır bakımla (ama bol su, hatta saksı içi hep su dolu bir kaba oturtulursa daha iyi olur, bahçede ise akan suların toplandığı bir yer olmalı) ortama güzellik katan bir bitki. Kaynaklara göre Madagaskar kökenli olmakla birlikte bildiğimiz Nil kıyılarında yetişen Papirüsle yakın akraba. Kızgın güneşten ziyade bol ışığı tercih ediyorlar. Çoğaltma işlemi de basit. Bir sap kesip şemsiye kısmını (yani bitkiyi baş aşağı çeviriyorsun) su dolu bir kapta köklenene kadar bekletiyorsun.
İlk kez bu yaz düşen tohumlardan yetişmelerine tanık oldum. Dikatsiz bir gözün ot diye yolacağı minik şemsiyeler...

14 Ocak 2007

Günebakan

Bahçe çiçeği
Her yıl hiç bıkmadan bahçenin çeşitli yerlerine ayçiçeği çekirdekleri eker, heyecanla onların büyümelerini beklerim. Bir de dik durabilseler... Kalın gövdelerine rağmen kafalarının büyüklüğü yerçekiminin gücüne karşı koyamaz, tüm gövde neredeyse toprağa paralel hale gelir. İplerle bağlamak da pek fayda sağlamaz. Gene de kuşlar ve arılar her ayçiçeğini sevgiyle yer bitirir. Benim derdim ekmek çünkü, yemek değil.


Ayçiçeği, Sonnenblume, Helianthus annus
Gündöndü
Günebakan
Şemşamer

Familyası: Bileşikgillerden, Korbblütengewaechse, Asteraceae


Ayçiçeği Halianthusgillerden olup bu gruba 70 bitki dahildir; bir yıllık gündoğdu olduğu gibi çok yıllık olanları da vardır. Eskiden Amarikalı Kızılderililer tarafından çeşitli rahatsızlıklara karşı kullanılmıştır. İspanyollar tarafından 1569 yılında Avrupa'ya getirilen bitki kısa zamanda Doğu Türkistan'a kadar oldukça geniş bir alana yayılmıştır.
Ayçiçeğinin taç yaprakları ateş düşürücü olarak ve gribe karşı kulanılmıştır. Ayçiçek tohumundan elde edilen yağ salata ve yemeklere katılır, ayrıca masaj yağı yapımında kullanılır. Bitkiye günebakan denmesinin sebebi, bitkinin kafasını güneşin yönüne doğru döndürmesidir. Helianthus sözcüğü, helios, yani güneş ve anthos, yani çiçek, yani güneşçiçeği anlamına gelir, annus kelimesi ise bir yıllık anlamına gelir.
Botanik: Bir yıllık bir bitki olan Ayçiçeği 1-3 metre boyunda dikine yükselen bir bitki olup nadiren çatallaşır. Yaprakları alttan üstte doğru yükseldikce büyür. Uzun bir sap üzerinde kalp veya üçgen şeklindeki yapraklar, koyu yeşil renkli kenarları kertiklidir ve ortada bir anadamar bulunur. Çiçekleri 10-40 cm genişliğinde tepsi şeklinde geniş bir kafa olup kenarların 1-3 sıra dizilmiş dil şeklinde 30-70 adet 5-10 cm uzunluğunda altın sarısı renkli ve ortada boru şeklinde çiçek yaprakları vardır. Burumsu çiçekler sarımsı esmer renkte ve de oldukça çoktur.
Yetiştirilmei: Ayçiçeğinin yetiştirilmesi oldukca kolay olup Nisanda ayçiçek tohumları (çekirdekleri) tarla veya bahçelere ekilir.
Hasat zamanı: Çiçekleri (taç yaprakları ) çiçek açmaya başladığı andan itibaren toplanır ve kurutulduktan sonra özel kaplarda muhafaza edilir. Ayçiçek çekirdeklerinin toplanması olğunlaşan kafalar Eylülden Ekime kadar toplanır döğülerek çekirdekleri çıkarılır ve kurutulur vede çekirdek kabuklarının soyulup tohumlarından yağ eldeetmek için fabrikalara gönderilir.
Araştırmalar: Ayçiçeğinin kökü ve yağı ile çeşitli araştırmalar yapılmıştır ve bu araştırmalardan bazıları:

1-) Çernobil'deki atom santralinde 1986 yılında meydana gelen kaza, Türkiye'den Almanya'ya kadar çok geniş bir alanda Uranyum zehirlenmesine sebep olmuştur. Bu zehirlenmenin ortaya çıkardığı radioaktif maddeleri, yan Stransiyum (Strantium) ve Sesyumu (Cassium) topraktan ve sudan arıtmak için Çernobil civarındaki göletlere Ayçiçeği ekilmiştir. Yapılan bu araştırmalarda daha önce 200 mikrogram/litre radioaktif madde içeren sularda bu oran 20 mikrogram/litre’ye düşmüştür. Böylece Ayçiçeği kökünün radioaktif maddeyi topladığı ve çevreyi arıttığı tesbitedilmiştir. (ZP.2.98.66 ve NH.4.97.198)
2-) Yağ tedavisi: Dr. F. Krah Ayçiçek yağından 2 kahve kaşığını ağza alarak 10 dakika gargarası yapılır ve buna günde 3-5 defa 4-6 hafta süreyle devam edilirse birçok hastalığa karşı iyi geleceği iddia etmiştir. Fakat bu iddiaların herhangi bir üniversite kliniğinde tedavi denemesi yapılmamıştır. Ben denediğimde yağın renginin değiştiğini gördüm. (NH.8.96.488)
Geniş bilgi için www.alternatif-tip.net'a bak


Güneş Tanrısı Helios Efsanesi

Antik Yunan'da her doğa olayı, hatta güneş ve ay da tanrılaştırılmıştı. Güneş tanrısının adı Helios'tu. Helios da, tıpkı diğer tanrılar gibi zaman zaman gök katından yeryüzüne iner, sevgili çiçeklerini yoklarmış. Bu yolculuklarından birinde güzel bir çoban kızına rastlamış. Kız, kırların ortasında bir taşa oturmuş , kendine çiçeklerden bir taç örüyormuş. Helios bir süre kendini göstermeden kızın hünerli ellerini seyredalmış. Kıza gelince, elindeki tacı bitirip tam kafasına yerleştirecekmiş ki yakışıklı bir delikanlı kılığına girmiş güneş tanrısının farkına varmış. O an birbirlerinden hoşlanmışlar. Birbirlerini görmeden gün geçirmez olmuşlar.
Bu buluşmalar gözü güneş tanrısında olan bulutlar tanrıçasının hiç hoşuna gitmiyormuş. Birkaç kez Helios'tan bu buluşmalara son vermesini rica etmiş ama faydasız. Bakmış iş çığrından çıkacak, etekleriyle dünyayı gözlerden gizlemiş, bulutlar yüzünden Helios dünya yüzüne inemez olmuş. Kısa zamanda çoban kızı da unutmuş gitmiş.
Çoban kıza gelince, günler günleri, aylar yılları kovalamış, kız o delikanlıyı bir türlü unutamamış.
Günlerden bir gün gene taşa oturmuş, gökyüzüne bakarken bulut tanrıçası yanında belirmiş. Tanrıça çok öfkeliymiş. 'Seni aptal ölümlü yaratık, sen kim oluyorsun da özlemle güneşe bakıp duruyorsun. Sen ona layık değilsin. O da zaten seni çoktan unuttu gitti' demiş. Bunu duyan kızın dünyası başına yıkılmış, üzüntüden kalbi çat demiş çatlamış. Ama ölürken bile gözlerini gökyüzünden alamamış. Tanrıların babası Zeus çoban kızın bu derin aşkından çok etkilenmiş. Bu yüzden kızı tıpkı güneşe benzeyen bir çiçeğe dönüştürmüş.
Çiçek bugün bile bakışlarını hiç güneşten ayıramaz. Kafasıyla onun hareketini izler durur.

13 Ocak 2007

Yıldız Çiçeği _ Dalya



Yıldız çiçeği adı altında eve saksı içinde aldığım bir adet bitkiyi ne olacak bakalım diyerek toprağa ektim ve ertesi sene karşıma çıkan bir öbek yıldız çiçeği beni bu türün adeta hastası yaptı. Her renkten, her boydan toplamaya çalışıyorum. Bol su dışında hiçbir özel isteği yok, bir de güneş tabii.



Anavatanı Güney Amerika olan yıldız çiçeğinin yumruları 1814'de Avrupa'ya ilk gönderildiği zaman sebze olarak yenmişti. Ekilen yumrular gelişip muhteşem çiçekler açtığında ise işin rengi birden değişti. Üstelik bu bitki aşılanmaya ve Anavatanı Güney Amerika olan yıldız çiçeğinin yumruları 1814'de Avrupa'ya ilk gönderildiği melezlemeye çok elverişliydi. Çeşitleri birden arttı. Yıldız çiçeği için Avrupa'da meşhur "lale çılgınlığı"nı andıran bir dönem yaşandı. Nadir soğanlar ağırlığınca altına satıldı.
Zamanımızda yıldız çiçeği binlerce çeşidiyle hala popülaritesini koruyor. Boyutu düğme iriliğinden servis tabağı
büyüklüğüne kadar değişen çiçek çeşitlerinin neredeyse her rengi var. Çiçek biçimleri de farklı. Pompon, kaktüs, dekoratif ve yalınkat bunlardan bazılarına verilen isimler. Ayrıca ebruli, benekli ve kırçıllı olanları da mevcut.
Bitkisinin yüksekliği cinsine göre bir karıştan iki metreye kadar değişir
. Kısa boylular saksı veya çiçekliklere yahut bahçede çiçek öbeklerinin ön kısımlarına ekilir. Orta boylu olanları büyük saksılarda yetiştirilebilir. Ancak uzun boylu ve iri çiçekli yıldızlar yalnızca bahçeye dikilmelidir.
Yıldızlar bol güneş, iyi gübrelenmiş toprak ve bol su isterler. Yumruları dikmeden altı hafta evvel yeri iyi yanmış gübreyle beraber bir bel derinliğinde kazılır. Mayıs içinde kürekle 15 cm derinliğinde bir çukur açılır. Açılan çukura 3-4 yumru dikkatlice yerleştirilir. İyi toprakla üzeri örtülür.Yumrular 7-8 cm derinlikte olmalıdır. Toprak parmaklarla bastırılıp sıkıştırılır. Filizler görününceye kadar fazla su istemez.
Boylu yıldızlar destek ister. Destek çubuğu çukur açıldığında, yumruları
yerleştirmeden önce toprağa sağlamca çakılır. Daha sonra yumrular yerleştirilir. Kısa boylular için gerekmez.
Yıldız çelikle de yetiştirilebilir. Baharda yumrular sürünce sürgünlerden 15 cm'lik çelik keskin bir makasla alınır. İyi toprakla dolu bir saksıya ekilir.Hafif gölgede ara sıra sulanarak köklendirilir. Daha
sonra toprağıyla beraber gerçek yerine dikilir.
Eskiden yaz so
nuna doğru çiçeklenen yıldızların şimdiki çeşitleri Hazirandan başlayarak Kasım sonlarına kadar sürekli açıyor. Devamlı ve kaliteli çiçek almak için bitkiler her 15 günde bir gübre şerbeti veya suda eriyen çiçek gübresiyle beslenmelidir.
Sonbaharda bitkinin sapları kararınca yumrular çatal bel yardımıyla dikkatlice topraktan çıkarılır. Cinsine göre etiketlenir. Bir hafta kadar kuruması beklenir Daha sonra serin ve kuru bir yerde bahara kadar muhafaza edilir.

10 Ocak 2007

Ada Mercanı



RUSSELIA EQUISETIFORMIS gibi zor ve uzun bir Latince isme sahip bu bitki bahçenin vazgeçilmez süslerinden. Hele çiçeklerinin kırmızı kırmızı açtığı yaz aylarında.

Verandanın üstündeki kalın naylon tentenin gerilip bağlandığı çift kavisli demir iskeletinin, üst uzun demirine yan yana asılmış çiçekli saksı sepetleri...
İlk saksıda bir garip çiçek...
İnce uzun bir kurşunkalem kalınlığında yeşil bir gövde ve o gövdeden fışkırıp
aşağı doğru sallanmış, ipincecik tel tel yeşil saçlar... Öylesine ipincecik ve öylesine yemyeşil ki o tel tel saçlar...
Ve yemyeşil tel tel saçlarda, yarım kibrit çöpü uzunluğunda ve
kalınlığında, yüzlerce kıpkırmızı miniminicik boru biçiminde sarkık çiçek...
Aşağı doğru tel tel yeşil saçlar ve üstlerinden sarkan yüzlerce yarım kibrit çöpü uzunluğunda kıpkırmızı miniminicik borular...
Hiç böyle bir çiçek görmemiştim hayatımda... Adı botanik dünyasında "russelia" imiş, Türkçede "çeşme
çiçeği"... (Çetin Altan)
90-120 cm boyunda, kuraklığa dayanıklı, çalı formunda bir bitkidir Yeşil ve ince yaprakları, parlak kırmızı çok küçük çiçekleri vardır. Bunlar, gevşek, uzun ve sarkık püsküller halindedir. Çiçeklenme mevsimi yaz sonlarıdır Anavatanı Meksika'dır. Balçık esaslı kompost toprak, gerektiğinde sulanmak ister Sıcak güneşte gölgelenmek ister. Çelik veya ayırma metoduyla üretilir. Balkon ve teraslarda, asma sepetlerde veya don tehlikesi olmayan yerlerde bordur ve çiçek tarlalarında kullanılır.


Hakkında bulabildiklerim bunlar. Bizim buraların donlarından etkilenmiyor mu yoksa ben korunaklı bir yerde mi tutuyorum bilmiyorum ama benim üç saksım da şu güne değin soğuktan ve dondan etkilenmeden sokakta , yani bahçede gelişip duruyor, dahası bugün (11 Ocak) baktım, uçları kırmızı toplara hazırlanıyor. Yazları bence çok su istiyor. Ama belki de bu yüzden, yani fazla suladığım için az çiçek veriyor. Akrabaları arasında
Zeytin, Ligustrum, Yasemin, Leylak, Verbena, Çalı Minesi (Lantana camara), Melissa (gündüz kokan - Aloysia triphylla _ Lemon verbene); ayrıca
  • Oregon
  • Biberiye
  • Nane
  • Fesleğen
  • Lavanta
  • Ada çayı (bende iki türü var: mor yapraklı ve alaca yapraklı)
  • Kekik
var. Diğer akrabaları arasında Paulownia, Küçük acem borusu (kırmızı), Acem borusu (Campsis), Küçük acem borusu (portakal rengi) varsa da Aslan Ağzı (Antirrhinaceae) kesinlikle Ada Mercanının kankardeşi sayılmalı. Özetle tüm sıraladıklarım Lamiales üst düzenine mensup. Bir tek Aslan Ağzı tıpkı Ada Mercanı gibi Plantaginaceae' lerden.




Bu resimde pek belli olmasa da ada mercanının sarı çiçeklisi de var.

03 Aralık 2006

Fırça Çalısı _ Callistemon

çalı, ağaççık


Görünümü komik, bakımı kolay, her bahçenin vazgeçilmez süslerinden biri. Eskiden her evde uzun bir tel sap üzerinde beyaz fırçalı bir alet bulunurdu. Plastik petler ortalığı kaplamadan, her eşyanın atmak bir yana binlerce kez kullanıldığı günlerde kalmış bir mutfak malzemesi. Şişeleri o fırçayla yıkamak eğlenceliydi, su orgu gibi bir ses çıkardı çünkü. Anlaşılan bu alet dünya çapında kullanılagelmiş ki bitkinin her dilde adı aynı: Fırça Çalısı. (Bir yerde adı At Kuyruğu diye geçiyor, diğer bir yerde ise Afgan Söğüdü.) Mersingiller (Myrtaceae) ailesinin bir üyesi. Güneş dışında özel bir isteği yok. Anavatanı Avustralya'da esas olarak su kenarlarında yetişmesine karşın özel bir su isteği de yok. Çok sıcak günlerde verilen suya da hayır demiyor tabii ki... Esas olarak Akdeniz ve Ege bahçelerinde boy gösteriyor.
Henüz çoğaltma denemesine girmediğim gibi budamaya da elim gitmiyor. Söyelentilere göre çiçek açtıktan sonra tam bir budama yapılmalıymış. Ama söğüt görünümünü yok etme riskini de göze almak gerekiyormuş. Bu yüzden tek yaptığım alttaki dalları hepten kesmek, ilkbaharda altına biraz keçi gübresi koymak, sonra da kırmızı fırçaların keyfini çıkartmak.
Ilıman bölgelerde soğuğa dayanabilen, her dem yeşil bir çalıdır. Yavaş buyur, ancak ilginç çiçekleriyle çok dikkat çekicidir. Seyrek dallıdır. Almaşık, uzun-mızrak şeklinde yaprakları vardır. Silindirik başak şeklinde çok sayıdaki çiçeklerin en büyük özelliği fırça şeklinde uzanan stamen'lerdir (erkek organ). Küresel, odunsu meyveler yapışkan oldukları için dallara yapışıp uzun seneler dallarda kalabilir. Ilıman iklime sahip bölgelerde ev bahçelerinde ya da sahil kesimlerinde kullanılabilir. Bitki boyu 3-4 metredir. Vatanı Güneybatı Avustralya'dır. Mümkün olduğunca güneşli ve korunaklı alanlarda yetiştirilmelidir. Ilıman iklim sever. Dona çok dayanıklı değildir. İyi havalandırılmış asitli veya kalkerli ve çok zengin olmayan toprakları sever. Saksı içinde fundalık toprağı ile parçalanıp elenmiş, ağaç kabuğu veya orman üst toprağı karışımında yetiştirilebilir. Açelya'lar gibi bakımlı ve düzenli sulanmalıdır. Üretimi, ilkbaharda soğuk seralarda tohum ekimi ile olur. Daha sonra fideler aralanıp saksılara alınır. Geç ilkbaharda soğuk seralarda kum içinde köklendirilecek yan-odunsu çeliklerde üretilebilir. (Bulabildiğim tek Türkçe kaynak.)